2.11.2009

KIRMIZI GİNSENG

KIRMIZI GİNSENG'İN FAYDALARI :

SİNİR SİSTEMİ ÜZERİNDEKİ FAYDALARI
- Merkezi sinir sistemini etkileyerek beyin aktivesini arttırır
- Hafıza zayıflığını, dalgınlığı, düşünce ve konsantrasyon güçlüklerini önler
- Bitkinlik, yorgunluk, uykusuzluk ve huzursuzluk hallerini düzenler
- Vücudu canlandırıp zindelik verir
- Zihni ve akli fonksiyonları geliştirir, sinir bozuklukları ve depresyonlara karşı korur
- Organizmanın doğal savunma mekanizmasını ve dayanıklılığını arttırır
- Genel fiziksel ve zihinsel iktidar ve kabiliyetleri arttırır
- İstemlerimiz dışında çalışan sinir sisteminin salgılarını düzenleyip dengeli bir şekilde işlenmesini sağlar
- Alkol ve diğer uyuşturucalara karşı merkezi sinir sistemini korur
- Özellikle yaşlı kişilerde sık rastlanan ruhsal ve psikolojik çöküntüleri giderir
- Modern şehir hayatının her yaştaki insana verdiği stres ve sinir gerilimlerinde dayanıklılığı arttırır
- Yaşlanmayla ortaya çıkan halsizlik, kuvvetsizlik ve güçsüzlüğü önler
- Gençlik ve zindeliği koruyarak, sağlıklı, uzun bir hayat sürmeyi sağlar
- Yaşlanmayla birlikte gelen beyin hücrelerinin yitimini en aza indirir ve buna bağlı olarak hatırlama ve öğrenme yeteneğini arttırır
- Sinirsel bulantı ve öğürmeleri önler

KARDIO VASKÜLER ( KALP-DAMAR ) SİSTEM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
- Kalp ve damar sistemi üzerinde regülatör ( düzenleyici ) görev yapar
- Kalp kasının kasılabilme kuvvet ve yeteneğini arttırır
- Kalp damarlarını kuvvetlendirir, kalp atım hızını ve volümünü ayarlar
- Arterioscleros ( Damar sertliği ) ve kan basıncı düzensizliklerini önler ( Hiper ve hipo tansiyonu düzenler )
- Kişisel özelliklere bağlı olarak yüksek kan basıncını (Hipertansiyon) düşürür
- Düşük olan kan basıncı (Hipotansiyon) güçlendirici tonik ve kan yapıcı özellikleriyle regüle ederek yükseltir
- Düzenli bir si dolaşım sağlayarak anevrizma (atardamar duvarlarında şişkinlik), varis (toplardamarlarda kan birikmesi), hemeroid (basur) ve diğer dolaşım sistemi hastalıklarını önlemede yardımcı olur

ENDOKRİN SİSTEM ÜZERİNDE ETKİLERİ ( İÇ SALGI BEZLERİ )
- İç salgı bezlerinin fonksiyonlarını düzeltip bunlara bağlı hastalıkların tedavisinde yardımcı olur
- Kendiside insülin gibi görev yaparak diabetli (kan şekeri yüksek) hastaların kanında glikoz düzeyini normal sınırlarda tutar
- Diabete bağlı komplikasyonların oluşmamasına ve oluşanlarında giderilmesinde yardımcı olur
- Karaciğer üzerine etki ederek karbonhidrat metabolizmasını düzenler
- Dalak ve diğer kan yapıcı organlar üzerine etki ederek kırmızı kan hücrelerinin yapılmasına yardımcı olur
- Anemi (kansızlık) ve buna bağlı şikayetlerine şifa verir
- Organizmada protein sentezini uyarır
- Karaciğer fonksiyonlarını düzelterek, karaciğer yetmezliklerine şifa verir
- Ter, idrar, süt ve diğer salgıların atılımını arttırır
- Böbrek yetmezliklerinde iyileştirici etkisi vardır
- Diüretik (İdrar fazlalalaştırıcı) etkisi ile böbreklerde fazla su atılımını sağlar ve idrardaki asit miktarını normale düşürür
- Adrenal kordeksine (böbrek üstü bezi) etki ederek kortizo ve epinefrin benzeri bir salgı ile organizmanın savunma mekanizmasını kuvvetlendirir
- Kandaki kolesterol (iç yağ) oranını düşürür, dolaşım sistemini düzenler
- Organizmada hormon salgılanımını düzenler
- Erkek ve kadında cinsel soğukluğu önler, doğurganlığı arttırır, gençlik ve zindelik verir
- Kan tablosundaki bozuklukları düzeltici etkisi vardır. İç ve dış kanamaların durdurulmasına yardımcı olur

DİĞER SİSTEMLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
- Gastro-İntestinal sistem (mide-barsak sistemi) üzerinde de regülatör görevleri (düzenleyici) vardır
- Mide salgılarını düzenleyip, hazımsızlığı giderir, iştah açar
- İshal, kabızlık, mide ve barsak iltihapları gibi sindirim sistemi hastalıklarına şifa verir
- Zehirlenme ve iltihaplanmada toksinleri etkisiz kılar
- Dermatozlarda (deri iltihaplanmaları) ve diğer deri hastalıklarında başarılı sonuçlar verir
- Sivilce ve çıbanları geçme ve çıkmamasına yardımcı olur
- Özellikle yaşlılarda geç iyileşen yara ve iltihapların çabuk iyileşmesini sağlar
- Doğum sonrası kadınların bakımında ve hastalıkların iyileşme dönemlerindeki halsizliklerin çabuk geçmesini sağlar
- Ağır fiziki çalışmalar (sporcular, ağır işçiler vb.) ve uzun süreli zihinsel çalışmalar sonucu görülen zayıflık, takaatsizlik ve isteksizliği giderir
- Humma hastalığına karşı vücudun direncini arttırır
- Bronşit, astım ve alerjide başarılı sonuçlar verir, organizmayı zararlı dış etkilerden korur
- Tüberkülozun tedavisi sırasında ve sonrasında güçlendirici olarak yardımı dokunur
- Geçmişte cüzzam ve çiçek hastalığının tedavisinde bile yaygın bir şekilde kullanıldığı bildirilmektedir
- Uzay çalışmaları sırasında astronotlara, protein gereksinimlerini karşılamaları, dirençlerinin kırılmaması ve radyasyona karşı korunabilmeleri için bol miktarda Kırmızı Ginseng ürünleri verilmektedir
- Sporcuların fiziksel etkinliklerini gerektiği yer ve zamanda kullanabilmeleri için müsabakalardan önce ve sonra Kırmızı Ginseng kürü yapmaları tavsiye edilmektedir
- Gelişim bozukluğu gösteren çocuklara ve ameliyat sonrası hastalara, hücre ve doku yenileyici özelliği nedeniyle verilmesi yararlıdır
- Gut ve Romatizma hastalıklarında şifa verir, dolaşım yetersizliğinin neden olduğu el ve ayak şişmelerinin, sinirsel bulantı, arthritis, çiçek hastalığı, ülser, doğum sonrası zayıflıklarında şifa verici etkisi vardır

SPİRULİNA

SPİRULİNA




PROTEİN VE AMİNOASİTLER
Spirulina, % 65 oranıyla herhangi bir doğal besin maddesinden çok daha fazla protein içerir. Doğadaki en zengin biyolojik değerde bitkisel proteine sahip besindir. En yakın takipçisi % 35 protein oranıyla soya fasulyesinin yaklaşık 2 katı protein içerir. Spirulinayı soya fasulyesinden sonra %30 oranıyla süt tozu, % 15-25 oranıyla kırmızı et ya da balık eti, % 12 oranıyla yumurta ve % 3.2 oranıyla da süt takip eder. Proteinler, aminoasitlerden oluşur.
Esansiyel aminoasitler, insan organizması tarafından üretilmediği için dışarıdan alınmalıdır. Vücudun non-esansiyel aminoasitlere de ihtiyacı vardır. Ancak, vücut bunları sentezleyebilir. Bir protein, tüm esansiyel aminoasitleri içeriyorsa tam bir protein olarak kabul edilir.. Spirulina, tüm esansiyel aminoasitleri içerdiği için tam bir proteindir. Günlük alınan 36 gram spirulina, erişkin bir insanın tüm esansiyel aminoasit ihtiyacını karşılar.
Spirulinanın hücre duvarı mukopolisakkaritlerden oluşur, yapısında selüloz yoktur. Bu yapısal özellik, spirulinayı kolay sindirilebilir ve hazmedilebilir yapar. Bu özellik intestinal malabsorbsiyon ( emilim bozukluğu ) şikayeti olan insanlar ve yaşlılar için önemlidir.
YAĞ, KALORİ, KOLESTEROL
Spirulina, % 5 oranıyla diğer tüm protein kaynaklarından daha az yağ içerir. 10 gr. Spirulina, 36 kaloridir ve hemen hemen hiç kolesterol içermez. BU demektir ki, spirulina düşük kalorili, kolesterolsüz, düşük yağ oranlı proteindir.


VİTAMİNLER VE MİNERALLER
Doğal Beta-karoten : ( Provit- A )
Spirulina, konsantre havuçtan yaklaşık 10 kat fazla beta karoten içerir.10 gram spirulina, günlük ihtiyacın yaklaşık 4 katı kadar ( 23000 IU- 14 mg) beta karoten içerir. Yüksek dozlarda vitamin A toksik olabilir. Ancak, spirulina ve bazı bitkilerde de bulunan beta karoten güvenlidir. Çünkü, insan vücudu sadece ihtiyaç duyduğu anda beta-karoteni A vitaminine çevirir.
A vitamini, özellikle mukozalar ve görme için gerekli olan pigmentler için önemlidir. Beta-karotenin serum kolesterol düzeyini düşürücü ve kanser riskini azaltıcı bir takım etkileri vardır.
Son 20 yılda, kanser çalışmaları yapan bazı otoriteler, beta-karotenin başta akciğer, göğüs, mide, kalın bağırsak, meme ve rahim ağzı olmak üzere birçok kanser tipini önleme de etkili olduğunu ve bu kanserlere yakalanma riskini azalttığını bildirmişlerdir. Beta-karoten dışında, spirulina zengin antioksidan özellikte en az 10 çeşit karotenoid içerir. Bu karotenler ve ksantofiller vücudun değişik alanlarında fonksiyon gösterir ve diğer esansiyel vitaminler ve minerallerle birlikte etki ederler.
Vitamin B 12 ve B kompleks vitaminler :
Spirulina, doğadaki en zengin bitkisel B 12 vitamin kaynağıdır. 10 gr. Spirulina, 20 mg B 12 vitamini içerir. En yakın takipçisi dana ciğerine göre 2-6 kat fazla B12 vitamini içerir. B12 vitamini, kırmızı kan hücrelerinin yapımında ve sinir sistemi fonksiyonları için gereklidir. Ayrıca enerji anlamına da gelir. Eksikliğinde sinir dejenerasyonu ve pernizisyon anemi görülebilir. Öte yandan, 5 gr. Spirulina, fazlasıyla tiamin, nisain ve riboflavin içerir. B6, niasin, biotin, pantotenik asit, folik asit, inositol daha düşük oranlarda bulunur.
Doğadaki en zengin E vitamini içeren besindir. En yakınındaki buğday filizinden yaklaşık 3 kat daha fazla E vitamini içerir.
En iyi doğal demir desteği :
Demir eksikliği özellikle kadınlar, çocuklar ve yaşlılarda sıklıkla görülür. Genellikle, kadınlar kilo verme diyetlerinde yeterli demir alamazlar ve kansızlığa bağlı olarak ortaya çıka sorunlar yaşarlar.
Demir, kırmızı kan hücreleri yapımı ve sağlıklı bir bağışıklık sistemi için şarttır. 10 gr. Spirulina da 10 mg. Demir bulunur. Bu da vücudun günlük demir ihtiyacının % 55′ini karşılar. Spirulinanın demiri, hazır demir preparatlarına oranla daha iyi emilir. Doğadaki en zengin organik demir oranına sahiptir. Ispanaktan 58, dana ciğerinden 28 kat daha fazla demir içerir.
Kalsiyum, magnezyum, çinko ve diğer eser elementler :
Spirulina, sütten kat kat fazla kalsiyum içerir. Kalsiyum, kemikler ve nöral iletim için gereklidir. Eksikliği özellikle yaşlı kadınlarda osteoporoza ( kemik erimesi ) yol açabilir. Spirulina da yüksek oranda magnezyum da bulunmaktadır. Magnezyumun, vücudumuzda kalsiyum emilimini kolaylaştırmak, kan basıncını düzenlemek gibi etkileri vardır. Spirulina oldukça düşük oranlarda sodyum ve iyot içerir. Bu nedenle tuzsuz diyet uygulayanlar için idealdir.
Öte yandan, insan vücudu, enzim sistemlerinin fonksiyonu ve diğer fizyolojik olaylar için esansiyel eser minerallere ihtiyaç duyarlar. Günümüz diyetinde bu eser minerallerin eksikliği oldukça yaygın olarak görülür. 10 gr. Spirulina, günlük manganez ihtiyacının % 25′ini, krom ihtiyacının % 21′ini, selenyum ihtiyacının da % 14′ünü karşılar.
Spirulina kuru ağırlığının yaklaşık %1’ini oluşturan Gamma Linoleik Asit (GLA) bakımından zengin bir doğal kaynaktır. En yakın takipçisi buğday filizinden 3 kat daha fazla GLA içerir. GLA, prostaglandin sentezi ve metabolizmasında gerekli olup PGE1, kan basıncının ayarlanması, kolesterol sentezi, yangi ve hücre üremesinin de içinde bulunduğu vücut içindeki pek çok esansiyel görevlerde yer alır. GLA, yağ birikintilerinin çözülmesini sağlar. Böylece kalp rahatsızlıklarının önlenmesinde rol oynar ve kötü kolesterolü düşürür. Ayrıca kadınların regl dönemlerindeki stresi azaltıcı özelliği vardır. ESANSİYEL YAĞ ASİTLERİ
:
İnsanların, günlük beslenmeyle alınan yağ asitlerine ihtiyaçları vardır. Esansiyel yağ asitlerinin, kolesterol düzeylerinin ayarlanması ve prostoglandinlerin sentezlenmesi gibi görevleri vardır.. Spirulina, % 4-7 oranında yağ içerir. 10 gram spirulina, başta linoleik ve gamalinoleik asit olmak üzere 225 mg esansiyel yağ asiti içerir.

DOĞAL PİGMENTLER :

Pigmentler, insan metabolizmasında gerekli çok sayıda enzimin sentezlenmesinde yardımcıdırlar. Spirulina bu koyu rengini, güneş ışığının değişik dalga boylarında üretilen doğal pigmentlerden alır. Phycocyanin, spirulinanın yapısında demir içeren en önemli pigmenttir. Bu pigment spirulinanın tüm ağırlığının % 14 ünü oluşturur.
Klorofil :
Yeşil besinlerin genel özelliği, yüksek klorofil içermeleridir. Klorofil, temizleyen ve detoksifiye eden bitkisel besin olarak bilinir. Hemoglobine benzerliği nedeniyle bazen yeşil kan olarak da adlandırılır. Yeşil rengi, içerdiği magnezyum iyonuna bağlıdır. Spirulina, % 1′lik klorofil oranıyla en yüksek klorofil içeren besinlerden biridir.

POLEN

KALP DAMAR HASTALIKLARINDA POLEN

En yaygın kalp hastalığı, damar kireçlenmesi ve tıkanmasıdır. Polenin yapısında bulunan P vitamini ve diğer yararlı elementler damarları yumuşatır, kana geçen civardaki artıkların idrarla dışarı atılmasını sağlar. Ünlü araştırmacı Alain Caillas, kitabında "Miyokard enfaktüsü ve kalbin kroner damarlarının tıkanmasında, polen sayesinde şaşırtıcı iyileşmeler görülüyor. Rus Bilimler Akademisi'nde Prof. Beklerov ve arkadaşlarının önemli araştırmalarına göre Polen, yüksek tansiyona, damar sertliğine, kolesterol yüksekliğine, kroner tromboz ve felçlere karşı koruyucu ve iyileştirici etki yapıyor." diye açıklıyor. Hürriyet gazetesinin "Püf noktası" sütununda "Çiçek tozu gençleştiriyormuş. İsveçli Dr. Lars Eric Essen ve Dr. Tissinin, poleni yaşlı insanlar üzerinde denemiş ve özellikle damar sertliğinde faydalı olduğunu meydana çıkarmışlardır. " diye yazılmıştır.

RUH VE SİNİR SİSTEMİ HASTALIKLARINDA POLEN

Bu hastalıkların tedavisinde en başta bol B vitaminleri gerekmektedir. Bilhassa B1 vitaminine gereksinim vardır. Bu vitamine "Sinir dokusu vitamini" denilmesi de bundandır. Polen de yüksek oranda B1 vitamini mevcuttur. Ayrıca Polen bütün B vitaminleri kompleksidir. Dr. Raymond Dextreit, düşünsel yorgunluk ve yaşamın bozuk düzeni nedeniyle sinirleri zayıflamış, güçsüz kalmış kimselerin, günde yedikleri 2 kaşık polen sayesinde sağlık ve sakinlik bulacaklarını yazmıştır.


SİNDİRİM SİSTEMİ HASTALIKLARINDA POLEN

Gastrit, Ülser, Kolit ve Hemeroid en yaygın sindirim sistemi hastalıklarıdır. Gastrit ve Ülserin ana nedeni ise sinirseldir, genelikle stresten kasılan (spazm yapan) mide kası sinirleri, o bölgeye gelen kılcal damarları da kısarak bir bölgenin kansız kalıp, yaraya dönüşmesine neden olur. Tedavi edilmezse insana yaşamı zehir eden hastalıklardır. Ömür boyu diet uygulamayı veya ameliyatları gerektirir. Bazı zamanlarda mide kanaması ve delinmesi şeklinde ölümlere neden olurlar. Belirtilen gramajlar dahilinde yapılan Polen kürleri, Mide-Barsak sistemine bağlı tüm hastalıklarda: geçici değil, Kesinkez tedavi sağlar.


KANSIZLIK VE ZAYIFLIKTA POLEN

Polenin en belirgin ve yaygın özelliği, süratle iştah açıcı ve kan yapıcı olmasıdır. Tedavilerde önemli olan, bileşiminde tüm cevherleri taşıyan bir kan sağlamak ve hasta bölgeye ulaştırmaktır. Gerisini vücut halleder...Nasıl bir otomobile, bozuk bir yakıt konduğunda çalışmasında aksaklık meydana gelirse; İnsan vücudunun yakıtı da ona gerekli tüm cevherleri bünyesinde bulunduran sağlıklı bir kandır. Kandaki cevherlerin bir veya birkaçının eksikliğine Kansızlık yani Anemi denir. Kansızlık her tür sağlık sorununa neden olan başlıca etkendir. Ülkemizde yapılan araştırmalar halkımızın %60-70'inin kansızlık sorunu olduğunu ortaya koymuştur. Düzenli kullanılan kürler sonucu; Polen: Kanı temizler, Kanı filtre eder, Kan yapar, Direnci arttırır, Alyuvar sayısını %30 oranında arttırdığı Bilim adamları tarafından kanıtlanmıştır.

SOLUNUM SİSTEMİ HASTALIKLARINDA POLEN

Solunum sistemi hastalıklarının genel ve çok görülen nedeni üşütmektir. Üşütme ile vücudun direnci kırılır, metabolizma vücut ısısını normale çıkartmak için çaba sarfederken solunum yollarında virüs ve bakteriler kendine yer ve ortam bularak süratle çoğalırlar. Nezle, grip, anjin, faranjit, bronşit, zatürre, zatülcenp, astım, sinüzit ve verem gibi hastalıklar meydana gelebilir. Bu hastalık mikropları burada da kalmayıp, kan yolu mafsallara, kalp kapakçıklarına ve böbreklere vs. geçerek daha hayati hastalıklara da neden olabilirler. Bu nedenle solunum sistemi hastalıklarının süratle tedavisine gidilmektedir. Gelişmiş ülke doktorları, bu hastalıklarda, diğer ilaçlarla birlikte Polen de vererek tedavi yapmaktadırlar. Çünkü Polen vücut direncini, kanın lökosit (alyuvarlar) ve antikor yapımını arttırır. Sovyet Prof. N.Joiriche, burun ve boğaza polen püskürtülerek mukoza direncini arttırmak ve virüsleri etkisiz kılmak yolundaki başarılı çalışmalarını yayınlamıştır. 1957'de ilk kez Pasteur Enstitüsü'nde polenin verem mikrobu olan "Koch" basiline karşı öldürücü etkisi olduğu saptandı. Yapısındaki sakızlı maddesi, terementi esansı, nükleik asitleri ve Bol B vitaminleri ile Polen, Akciğeri dezenfekte ettiği gibi, balgam söktürücü, mikrop öldürücü, çabuk iyileştirici etkiye sahiptir.



ŞİŞMANLIKLARDA POLEN

Şişmanlık ve zayıflık gibi iki karşıt durumda vücuttaki fazla karbonhidrat, glikoz ve yağları yakarak şişman bünyeyi zayıflatır, metabolizma dengesi sayesinde zayıf düşen hücreyi derhal uyarır, üstün kan yapıcı özelliğiyle kas gücü ve metabolizmayı çalıştırarak cılız ve zayıf bünyeyi normal haline getirir. Polen, hücrelerde ki yanma olayını metabolizmayı ve adrenalin salgılanmasını hızlandırır. Böylece biriken yağların erimesini çabuklaştırdığı gibi, kas gücünü de arttırarak zayıflama esnasında hissedilen halsizliği de giderir.



PROSTAT HASTALIĞINDA POLEN

Prostat bezesi idrar torbasının hemen çıkışında ve sadece erkeklerde bulunan ceviz büyüklüğünde bir doğal subaptır. Beyinden uyarılan sinir telleri omurilikten takiple prostata ulaşır ve gerektiğinde bu subapı açıp, idrarın boşalmasını sağlar. Aynı beze idrar yolu kapayıp, meni yolunu gerektiğinde açarak meni çıkışını sağlar. Bu esnada özel salgı bırakarak spermlerin ölmesini önler. Bu harika organcık güçlü kaslarla ve sinir sistemiyle istemli çalışır. Zamanında çok alkol kullanan sinirleri yıpranmış kimselerle, başka hastalıklar için değişik ilaçlar kullanmış veya idrarına mikroplar karışmış insanlarda ve yaşlılıktan kasları gevşemiş olanlarda prostat sorunları görülmesi normaldir. Yaygın prostat hastalığı ise prostatitis denilen, prostat iltihaplanmasıdır. Prostatitis'te ve prostat hipertrofisi'nde Polenin antibiyotiklerden daha etkili olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Polen araştırmacısı Alain Caillas (Fransa Tarım Akademisi - Polen araştırmaları ile ödül kazanmış ) kitabında şöyle özetlemiştir.

"Polenin prostat hastalıklarına da şaşırtıcı etkisi vardır. İsveçli iki araştırmacının, Upsala Üniversitesi Tıp Fakültesi Kliniği'nden Prof. Eric-Ask Umparc ile Lund Üniversitesi Cerrahi Kliniği'nden Dr. Gosta Jonson'un çalışmaları polenin prostatitis'e en iyi etkiyi yaptığını ortaya koydu. Prostat büyümesin de ise polen kürü ile yapılan denemeler aralıklı gelen ve uzun süren hafif ağrıların yok olduğunu ve idrara çıkma sayısının azaldığını gösterdi. Bilhassa ağır prostat geçiren yaşlı hastaları ameliyattan kurtarmıştır."

YAŞLILIK SORUNLARINDA POLEN

Enerji üreten, dinçlik kazandıran polen, bilhassa ileri yaşlarda çok faydalıdır. Yaşlı insanların en çok yakındığı ve özlemini duyduğu sorun cinsel yetersizliktir. Kan yapıcı, hücre tazeleyici ve uyarıcı Polen bu soruna da büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Polenin, cinsel istek ve gücü canlandırdığı, kullananlarca doğrulanmıştır. Polen, bir aylık kürle, on yıl gençleştiren kimyasal içerikli sihirli bir değnek değildir. Ancak devamlı ve düzenli kür kullanımı halinde; vücudu hastalıklardan korur, kurtarır, kanı güçlendirir, kaybolan cinsel yaşamı tekrar geri getirir, ömrü uzatır ve hastalıksız standardı yüksek bir cinsel yaşam sürdürür.

KISIRLARDA POLEN

Polen kısırlarda da en önde gelen bitkisel gıdalardan biridir. Kısırlık tedavisinin en güç olanı sinirsel kaynaklı hormonal olan şeklidir. Kadın ve erkek beyninin ortasında bulunan nohut büyüklüğünde ki hipofiz bezi, belli zamanlarda kadınlarda yumurtalıklara, erkeklerde ise husyelere, omur ilik sinir telleri kanalı ile emir vererek yumurta ve sperm üretmelerini sağlatır. Korku, şok, stres, beyin özürü veya hastalıkları gibi nedenlerle hipofiz bezi bu görevini yapamaz ise kadında "ovülasyon yokluğu", erkekte "ozosperm" denilen canlı sperm yokluğu ile kısırlıkları ortaya çıkarır. Dozajlı ve kaliteli bir Polenle birlikte alınan Arısütü, Karakovan balı ve Kırmızı Ginseng, vücuda hem olağanüstü doğal protein, aminoasit, vitamin, mineral sağlayarak destek vermekte ve beyinde hipofiz bezindeki "Spazm"ı çözerek yumurta ve canlı sperm üretimini tamamıyle üretmektedir.

BEBEK ÇOCUK VE GENÇLERDE POLEN

Yeni doğan bebek anne sütüyle beslenir. Eğer anne yeterli ve dengeli besleniyor ise; anne sütünün kalitesi, bebeğin beyin ve vücut gelişmesinin tam olabilmesi için yeterli olur. Dolayısıyla annenin süt verme zamanında Polen yemesi, bebeğin beyin ve beden gelişiminde, kemik kas yapısının güçlenmesinde, en önemlisi bebeğin bağışıklık sisteminin kuvvetli olmasında olağanüstü rol oynamaktadır. Aynı zamanda Polenle beslenen annenin, bebeğine verdiği anne sütü daha uzun sürer. Böylece hem bebeğin gelişme bozukluğu önlenir hem de bebeğin kabızlığı önlenir, gazı giderir ve hastalık kapmamasına yardımcı olur.

Gelişme çağındaki çocuklarda ise çocukların, bol kaloriye, bol protein, vitamin ve madenlere ihtiyaçları vardır. Polen fazlasıyla; Enerjiyi veren vitaminleri, boy uzatan hormonları karşılar, zekayı çalıştırır, kemik ve kas kuvvetsizliklerini giderir.

Bilhassa fast-food alışkanlıklarına başlama çağı olan ve gelişmenin durduğu genç yaşlarda kullanılan Polen kürleri; Gençlerin gelişmesini durdurmaz, sportif faaliyetlerde başarılı olmalarını sağlar, zekalarını çalıştırabilme kapasitelerinin en yüksek olduğu bu dönemde gerekli aminoasit ihtiyacını karşılar ve sonuç olarak hayata başlama adımlarında, beyin-beden gücü standartı yüksek olarak, polen kullanmayan akranlarından, hem fizik hem de başarı olarak daha da önde olurlar.

SAÇ DÖKÜLMELERİNDE POLEN

Polen, saçın suyu ve gübresidir. Saça faydası, kök kısmına yaptığı olumlu etkidir. Bileşiminde ki (doğanın sunduğu saf şekilde); B5 Vitamini (pantotenik asit), niacin ve cystin, saç kökünü en iyi şekilde besler, dökülmesini durdurur, cansız kılların kıl hacmini geliştirir ve saçın gürleşmesini sağlar.

Kara Çörek Otu


الحبة السوداء.. شفاء من كل داء
ÇÖREK OTU HER HASTALIĞA ŞİFADIR

Müslümanlar çörek otu hadislerinin doğruluğunu kabul etmişlerdir. Ne var ki âlimler bu hadisi açıklarken değişik fikirler öne sürmüşlerdir. Kimi âlimler hadisteki şifanın tüm hastalıklar için umumi olmasının asıl kastedilen olmadığını söylemişlerdir. Onlara göre asıl kastedilen mana, çörek otunda birtakım hastalıklara şifa bulunduğudur. Kimi âlimlerse dar manaya işaret eden güçlü bir yardımcı lafız olmadıkça metindeki genel ifadeyi olduğu gibi, yani geneli kapsayacak şekilde anlamak gerektiğini ifade etmişlerdir. İşte bu sebepten, çörek otunda tüm hastalıklara şifa olma özelliğinin bulunduğu görüşünü tercih etmişlerdir.
Modern araştırmalar bağışıklık sisteminin vücudun maruz kalabileceği her türlü hastalığa ait kesin ilacı sunabileceğini ispatlamıştır. Bu, her hastalığa has karşı cisimler ve öldürücü hücreler üreten lenf hücrelerindeki bağışıklık sisteminin harekete geçirilmesi vasıtasıyla yapılır. Yine modern araştırmalar çörek otunun bu bağışıklık sistemini aktif hale getirici ve güçlendirici etkisinin olduğunu ispatlamışlardır. Böylece çörek otunun her hastalığa şifa olması mümkün olmaktadır. Buna göre metinleri genel ifadeleri üzerine anlamak mümkündür.
Araştırmamızda önceki âlimlerimizin bu hadisleri açıklamalarını ele alacağız. Ardından bağışıklık sistemini geniş bir şekilde açıklayacağız. Bağışıklık sistemini açıklarken bağışıklık sistemi üzerinde çörek otunun tesirleri hakkındaki bazı deneysel araştırmaların özetini vereceğiz. Ardından bu hadislerdeki bilimsel gerçeklik yönünü açıklayacağız.
A. İlgili Hadis Metinleri ve Açıklamaları
Buhârî ve Müslim’in yazmış oldukları hadis kitaplarında Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şöyle söylediğini Hz. Ebu Hureyre, Peygamberimizin eşi Hz. Ümmü Seleme’den nakletmektedir: “Bu kara taneyi (çörek otu) kullanın, zira onda, sam (ölümün) dışında her şeye şifa vardır.” Hadisteki ‘sam’ ifadesi ölüm demektir. Yine Buhari Hz. Aişe’den (r.a.) Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in şöyle derken duyduğunu nakleder: “Bu kara tane sâm dışında her şeye şifadır. Ben dedim ki: Sam nedir? Dedi ki: Ölümdür.”

Müslim’in rivayeti ise şöyledir: “Hiçbir hastalık yoktur ki, çörek otunda o hastalık için şifa olmasın.”
Önceki Âlimlerin Hadislere Yaptığı Açıklamalar
İlk İslâm âlimleri bu hadisleri açıklarken yaşadıkları çağdaki bilgiler sebebiyle ihtilafa düşmüşlerdir. Onlardan bir grubu şöyle demiştir: Hadisten genelleme değil sınırlılık kastedilmiştir. Münâvî der ki: Rutubetten kaynaklanan her türlü hastalığa çörek otunda şifa vardır. Fakat bir hastalığı tedavide her zaman tek başına kullanılmaz, kimi zaman tek başına kimi zaman hastalığın gerektirdiği şekilde bileşik veya karışım halinde kullanılır. İbn Hacer el-Askalani aynı bu sözü söyler ve şunu ekler: Çörek otuyla tedavi olunmayı kabul etmesi takdir olunan her hastalıkta kullanılır. Zira o, soğuk hastalıklarda faydalıdır. Ama sıcak hastalıklarda faydalı değildir. Hattâbi ise şöyle der: Hadisteki genelleme, tahsis (sınırlama) kastedilen bir genellemedir. Çünkü hastalıkları tedavi etmede insan tabiatına karşılık gelebilecek tüm unsurları içeren bir özellik bitkilerin hiç birisinde yoktur. Buradaki kasıt rutûbet sebebiyle meydana gelen tüm hastalıklardan şifâ bulunmasıdır. Ebû Bekir İbnul Arabi de şöyle der: Bal, tabiplere göre çörek otundan tüm hastalıklara şifa olma konusunda daha yakındır. “Balda insanlar için şifa vardır” (en-Nahl Suresi, 16/70) ayeti kerimesi ile kastedilen hastalıkların çoğu demektir. Çörek otunu aynı şekilde anlamak daha makuldür. Tirmizî Süneni’ni şerheden Tuhfet el-Ahvezi kitabının müellifi –ki o hadisleri umumuna hamletmiştir- şöyle der: Bu bölümdeki hadisleri Peygamber efendimiz (s.a.v.)in şu ifadesinden ötürü genelleme anlamı çıkarmak gerekir: “Ölüm hariç”. Bu tıpkı Kur’ân-ı Kerim’de Asr suresindeki şu ifadeleri gibidir: “Asra yemin olsun ki, insan hüsrandadır, iman edenler ve salih amel işleyenler hariç.” Sonra şöyle der: Ebu Muhammed ibn Ebu Cemra demiştir ki: İnsanlar bu hadisle alâkalı görüş belirtmişler ve onun umûm ifâde eden (genellik ifade eden) lafzını tahsis etmişlerdir. (sınırlı olduğunu söylemişlerdir.) Bunu da tıp ve deney erbabının sözlerine dayandırmışlardır. Bunun yanlış olduğu açıktır. Çünkü ilimlerinin dayanağı genellikle zanna dayandırılan deneyler olmasına rağmen tıp erbabına güveniyorsak heva ve hevesine (arzusuna) göre konuşmayan elçiye inanmamız onların sözüne inanmamızdan daha evladır.
B. Bilimsel Yön
1. Bağışıklık sistemi (7,5)
İnsan doğal olarak değişik türlerde bakterilere, virüslere, mantarlara, asalaklara maruz kalmaktadır. Bunlar vücudumuza deri, nefes borusu, sindirim sistemi, gözün çevresindeki tabakalar yoluyla veya idrar yolları aracılığıyla girmektedir. Eğer vücudumuzda doğal olarak yaşayanlara ilaveten vücudun derin dokularına nüfuz ederlerse çok sayıda tehlikeli hastalıklara sebep olurlar.

Fakat Allah’ın bize bir rahmeti olarak vücudumuzda bu küçük canlıların dıştan saldırılarına ve vücudumuzda salgıladıkları zehirlerine karşı onu savunmaya has bir savunma sistemi yaratmıştır. Bu sistemin adı, bağışıklık sistemidir. Sistem, hastalığı önlemek ve hastalığa sebep olan vücut işgalcisinden kurtulmak için biri birini bütünleyen görevleri yerine getirmektedir. Bunu ya fagositoz işlemi vasıtasıyla onu parçalayarak yerine getirir ya da karşı cisimler üreterek ve vücuda giren her canlıya her canlının yapısına uygun özel hücreler üreterek yapar. Bu o canlıları kesin bir şekilde yok etmeyi garanti etmek içindir. Buna göre bu sistemin vücuda sağlamış olduğu bağışıklığı iki ana kısma ayırabiliriz:
a. Doğal bağışıklık (Natural immunity):
Vücudun ilk savunma hattı sayılır. Zira işgalcinin girmesini engeller veya işgalcinin dokuları işgal edip çoğalıp hastalığa sebep olma imkânını elde etmeden önce onu yok eder. Bu belirli olmayan (non specific) bir bağışıklıktır. Zira işgalci tüm küçük canlıları ve zararlı dış etkenleri tek şekilde geri püskürtmek üzere vardır. Bu bağışıklık da şu mekanizmalara göre çalışır:
1- Mekanik fiziksel ve kimyasal mekanizmalar
Bu mekanizmalar o işgalcilerden vücudu korur. Bazıları şunlardır: Deri, solunum sistemi, sindirim sistemi, üreme sistemi, idrar yolları içerisinde ve göz küresini göz kapakları ile birleştiren ince zardaki müköz (sümüksel) zarlar. Ayrıca terde bulunan laktik asit, erişkinlerin derisindeki yağ asitleri ve içindeki olik asit dolayısıyla mikroplara karşı antikor olan kulak yağı gibi derinin salgılarında mikropları öldürmek için aktif maddeler bulunmaktadır. Yine iç zarlar Lysosome (lizozom) gibi mikrop öldürücü maddeler ve virüs öldürücü maddeler içermektedir. Bunlara ilaveten solunum sistemindeki müköz (sümüksü) sıvı mekanik bir hareket içerisindedir. Bu hareketle hemen mikroplardan ve yabancı maddelerden kurtulunulur.



2 - Vücutta doğal olarak bulunan mikroplar (normal flora) :
Bunlar hastalığa sebep olmayan mikroplardır. İnsanın bağırsaklarında, ağzında ve diğer bölgelerde büyük sayılarda yaşarlar. Vücudun savunulmasında bariz role sahiptirler. Zira hastalık mikropları için uygun olmayan bir ortam oluştururlar. Ya onları öldürürler veya gelişimini engellerler.
3- Kandaki bazı kimyasal bileşimler:
Bunlar temel polipeptikler gibi işgalci mikroplara yahut zehirlere yapışarak onları parçalarlar. Belli türdeki bakterilerin işlevini geçersiz hale getirirler.
4- İnterferonlar grubu:
Hücreler bunları virüs enfeksiyonuna maruz kaldığında antikorların üretiminden önce üretirler. Bu maddelere engelleyici maddeler denir. Zira doku diğer bir virüsün saldırısına maruz kaldığında virüs enfeksiyonuna karşı dokunun mukavemet etmesini sağlar. Böylece virüsün büyümesini engeller ve vücut erkenden onu yok eder.
5- Tamamlayıcı sistem (complement) :
Yaklaşık yirmi proteinden oluşur. Görevi akyuvarların ve fagositoz hücrelerinin fagositoz işlemini aktif hale getirmek ve virüsleri denk hale getirip çoğalmalarını engellemektir. Yine iltihap bölgesini ve işgalciyi aynı anda kuşatma altına alır ve özel antikorlar oluşturulmadan önce mikrobu yok eder.
6- Fagositoz (phagocitosis) :
Anlamı, akyuvarlar diye bilinen beyaz kan hücreleri aracılığı ile küçük yabancı canlıların ve maddelerin yutulup öldürülüp hazmedilmesi demektir. Vücudun savunma sisteminin hareketli üniteleridir. Bu hücreler kemiğin iliğinden oluşur. Ardından kana geçer ve tüm vücut dokularına geçer. Gerçek önemi tehlikeli saldırıya uğramış yerlere hızlı bir şekilde ulaşmasında saklıdır. O bölgeye işgalcilere karşı hızlı ve güçlü bir savunma oluşturmak için ulaşırlar. Bu hücreler yabancı işgalcinin faaliyetini (aktivitesini) felç ederler ve onu parçalarlar. Fagositoz hücreleri iki çeşittir:
a- Büyük bakteriyofajlar (makro phages). Tek çekirdekli akyuvarlardan (monositlerden) oluşurlar. Dokulara girdiği zaman büyür ve büyük akyuvarlara dönüşür. Dokulara yapışır ve aylarca yahut yıllarca ona bağlı yapışık kalır dokuyu savunur ve büyük sayıda bakteriyi, virüsü, ölü hücreleri ve yabancı cisimleri yutarlar. Akyuvarlar vücudu işgalcilerin tehlikelerinden korumak için vücutta temel merkezlerde yerleşirler. Yeri görünüşü, hacmi ve hareketi açısından değişikler arz ederler. Karaciğerde kofer hücreleri diye isimlendirilirler. Kanda tek çekirdekli hücreler (monositler) diye de isimlendirilirler. Akciğerde ise toz hücreleri diye isimlendirilirler. İltihap sonucu oluşan sıvıda bulunursa o zaman büyük bakteriyofaj denir. Karaciğer ve dalak en yüksek oranda büyük bakteriyofaj ihtiva eder.
b-Mikrofajlar: Bunlar nötrofiller ve özönofiller gibi akyuvarlardır. Bunlar dokularda yer alan bakteriyofajlardan daha küçüktürler. Şiddetli iltihaplar esnasında sayıları akyuvarların toplamının yüzde altmışından fazla bir sayıya ulaşacak şekilde çoğalırlar.
Fagositoz işlemi yabancı unsura karşı kimyasal bir çekimin oluşmasıyla başlar ve bakteriyofajların yalancı ayakları vasıtasıyla yabancı unsurla birleşmesiyle tamamlanır. Bakteriyofaj hücresinin içinde bu yabancı unsur tamamen çevreleninceye kadar birleşme devam eder. Bu esnada yabancı unsur eğer diri ise hidroperoksit ve türevleri salgılanması sonucu öldürülür. Ardından sitoplâzmada bulunan taneciklerin salgıladığı enzimler aracılığıyla yabancı maddeyi sindirme işlemi başlar. Daha sonra lenfatik hücrelerin yabancı maddenin bileşimini tanıması için yabancı maddenin molekülleri bakteriyofaj hücresinin yüzeyine sunulur. Böylece bakteriyofajlar düşman etkenlerden kurtulmuş olurlar.
7- Öldürücü hücreler
Öldürücü hücreler bakteriyofajların büyük hacimli olmalarından ötürü yutamadıkları büyük düşman hücreleri öldürürler. Hastalığa sebep olan virüsler veya kanser hücrelerinin hücumuna uğramış vücut hücreleri gibi. Doğal bağışıklık esnasında aktif bir şekilde çalışan iki tür öldürücü hücre vardır.
-Doğal öldürücü hücreler
Bunlar lenfatik hücrelerin en büyükleridirler. Enzimler içeren küçük taneciklere sahiptirler. Bu enzimler düşman hücrelerin hücre zarlarını delerler ve bu durum o hücrelerin çözülüp ölmesine sebep olur. Doğal öldürücü hücreler aktif hale getirilmeksizin görev yaparlar ve başka tür bir hücreye dönüşmezler.
-Asidofiller
Bunlar vücuda giren kurtçukları öldürmeye özgüdürler. Örneğin bilharziyoz kurdu gibi. Bu kurdun yüzeyine gelip yapışır ve sonra kurtçukla reaksiyona giren enzimler salgılayarak onu yok eder.


b. Spesifik bağışıklık (Specific Immunity)
Bu, vücudun dışarıdan işgal eden her türlü etkenin her birisine özgü olarak özel güçlü ve tam bir bağışıklık oluşturmaya muktedir olmasıdır. Aynı zamanda kazanılmış bağışıklık diye de isimlendirilir. Bu, vücudun savunma sisteminin, vücudun savunma hatlarını delen ve dokuları işgal eden dış etkenle etkileşime girmesi sonucu vücudun kazandığı bağışıklıktır. Bu dış etken belki de görünür bir hastalığa sebep olur. Dış etkene öldürücü mikroplar, virüsler ve zehirler, yine başka hayvanlardan yabancı dokular örnek olarak gösterilebilir. Bu bağışıklık lenfatik dokudan ve lenfosit hücrelerden oluşur. Bu hücreler antikorlar üretirler. Yine bu bağışıklık vücudu işgal eden her türlü mikrobu yapısına göre ve niteliğine göre yok etmeye özgü lenfosit hücrelerden oluşur.

Lenfosit hücreler… Uzman silah
Lenfosit hücreler en çok uzmanlığı olan silahları temsil ederler. Bunlar işgalcilerin her türüne karşı seçkin özellikler ve yok edici zehirleriyle hazırlanmışlardır. Güreş ringindeki kesin savunma silahı olarak kabul edilir. Bu hücreleri tanıyalım ve nasıl uzman bir şekilde vücudun içinde bulunan yabancı her şeye karşı nasıl işlediğini görelim. İki tür lenfosit hücre vardır: B türü hücreler ve T türü hücreler.
1) B türü lenfositler (B lymphocytes)
B Türü lenfosit hücreleri kemiklerin iliğinde oluşur. Büyümesi tamamlanıncaya ve aktif hücreler haline gelinceye kadar kemiklerin iliğinde kalmaya devam eder. Ardından vücudun değişik bölgelerinde yayılır ve şu yerlerde yoğunlukla bulunur: Kanda, dalakta, bademciklerde ve lenf bezlerinde. Harekete geçirildikten sonra yabancı cisimlere karşı savaşmaya katılır. Bunu antikorlar üreterek yapar. Bunlar bağışıklık cisimleri diye bilinirler.
2) T tipi lenfositler
T tipi lenfosit hücreleri kemiklerin iliklerinde oluşur. Sonra da gelişimini tamamlamadan iliği terk eder ve Timus guddelerine doğru yönelirler. Bu yönelme bu guddenin salgıladığı belli çekime sebep olan maddeler aracılığıyla olur. Hücreler bu guddede kalmaya devam ederler. Orada bölünürler ve büyümeleri tamamlanır. Daha sonra bu guddeyi de bırakır ve vücudun değişik bölgelerine bağışıklık sistemi işlemlerine katılmak üzere yayılırlar. Olgunlaşmış T türü lenfosit hücreleri üç ana türe ayrılır. Her türün belli görevleri vardır. Bu türler şunlardır:
a) Yardımcı T türü lenfositler: Bu hücreler değişik sayıdaki görevleri yerine getirirler ve birkaç yolla bağışıklık sistemi görevlerine yardımcı olurlar. Bu yolların en önemlisi şudur: Öldürücü hücrelerin, parazit bastırıcı hücrelerin ve B türü hücrelerin aktifliğini arttırmak. Ayrıca bakteriyofaj hücrelerinin yabancı cisimleri yutma tepkisini harekete geçirir. Bunu intellokin ve intelferon gibi hücre katalizörleri diye bilinen belli sayıdaki proteinleri salgılayarak yapar. Bunlar bağışıklık sisteminin değişik hücrelerinin bölünüp büyümesine, çoğalmasına ve aktif hale gelmesine yardımcı olurlar. Böylece vücudu savunma işlemine katılmaya sürekli hazır halde bulunurlar. Bu hücreler dış yüzeylerine zarlarına yapışık olarak gliko-proteinlerden ibaret olan yüzey işaretleri taşırlar. Bunların değişik sayıdaki türlerini diğer T tipi hücrelerin türlerinden ayırmak için onlara değişik sayılar verilmiştir.
b) Öldürücü hücreler yahut hücreleri çözen hücreler: Öldürücü hücreler bağışıklık sistemine virüsler tarafından saldırıya uğramış hücreleri yahut kanser hücreleriyle yüzleşme ve onları parçalamada yardımcı olurlar. Öldürücü hücreler yardımcı T türü lenfosit hücrelerinin salgıladığı maddelerle kolaylıkla aktif hale gelme özelliği ile öne çıkarlar. Lenfositler böylece onları aktif öldürücü hücrelere dönüştürürler. Bu hücrelerin duvarlarında değişik şekillerde bağımsız moleküller bulunur. –antikorlar gibi- ve bu moleküllerin sayısı her hücrenin duvarında yüz bin karşılayıcıyı geçer. Bunlar güçlü bir şekilde işgalci hücrenin moleküllerine bitişirler ve ondan kurtulma tamamlanıncaya kadar onu bırakmazlar. Öldürücü hücreler yabancı hücrelere doğrudan hücum ederler. Bu hücreler küçük canlıları zehirli bazal bir madde salgılayarak öldürme gücüne sahiptirler. Bu zehirli madde bu hücrelerde imal edilir ve doğrudan hücum eden hücreye yönelir. Her öldürücü hücre değişik sayıda ve değişik türlerde küçük canlılara birbiri ardına hücum etme olanağına sahiptir. Ayrıca kanser hücrelerini yahut başka vücuda yabancı olan herhangi başka bir türde hücreleri parçalamada önemli bir role sahiptir. Öldürücü hücre hücuma uğramış hücreyi tümüyle öldürmeden evvel tek başına ölmesi üzere bırakır ve hücuma uğramış başka hücreleri onlarla bitişip onları öldürmeye başlamak üzere aramaya geçer. Böylece işgalci tüm hücrelerden ve yabancı canlılardan kurtuluncaya kadar bu devam eder.
c) Durdurucu hücreler (Cells Ts. Suppressor): Bu hücreler işgalci hücreyle savaş bittikten sonra öldürücü hücrelerin ve yardımcı hücrelerin aktivitelerini durdurur. Bunu belli sayıda ağırlaştırıcı maddeler salgılayarak yapar. Bu maddeler öldürücü hücreleri etkiler ve onların iltihap süresi sonunda aktif durumdan doğal, ham duruma dönüşmesini sağlar. Bağışıklık sisteminin işlemleri ve aktivitesinin devam etmemesi ve vücudun hücrelerini yıkmaması için durum doğal haline döner.
Kazanılmış bağışıklığın hücrelerinin çalışma mekanizmalarını açıklamadan önce üç önemli terimi tanımamız gerekir. Onlar şunlardır:
Antijenler
Antijenler hücum eden mikrobun yahut yabancı cismin bazı parçalarıdır. Ya bakteri şeklinde hücrenin duvarında bulunurlar, ya da virüsün dış zarında bulunurlar. Antijenler mikrobu yahut yabancı cismi yok etmek için gerekli olan antikorları bağışıklık sistemini üretmesi için harekete geçirir yahut teşvik ederler.
Antikorlar
Antikorlar insan yahut hayvan cismini işgal eden yabancı cisimleri yok etme merhaleleri esnasında antijenlerle reaksiyona giren bağışıklık globiyolinleridir. Her antikor tamamen kendisine benzeyen ve oluşmasına sebep olduğu antijenle bağlantı kurar. Benzeşme ne kadar güçlü ise aralarındaki bağ da o kadar güçlü olur. Antikorlar en basit şekilleri ile dört birimden oluşan protein bileşiklerinden veyahut Y şeklinde oluşan ve bir tanesinin uzunluğu yaklaşık 100 nükleer asit olan hafif ve ağır peptit zincirinden oluşur. Her antikor için özel bir antijen vardır. Her antijen bir antikorla kilit ve anahtar misali başkasında olmayan özel bir şifreye göre çalışır.

Ağır ve hafif zincirlerin kimyasal, atomik sıralanmalarının çok çeşitli olması sebebiyle antikorların şekilleri farklı farklı olurlar. Öyle ki vücutta sayıları bir milyardan fazla antikora ulaşabilir. Ağır zincirin türüne, hacmine ve aminoasitlerin bileşimine göre beş çeşit antikor bulunur. Bu antikorlar şunlardır:
Igm, IgG, Ig.A, IgD ve IgE. Bu gruplardan en önemlisi bağışıklık glopiyolin grubudur (IgG). Zira normal insandaki antikorların yüzde yetmiş beşini oluşturur. Dokuların arasında bulunur ve plasenta aracılığı ile anneden yavrusuna geçer. Bağışıklık globiyolin grubu(Igm) ise büyük oranlarda antikorları üretmek için ilk tepkilere katılır. Sadece kanda bulunur. Büyüklüğünden ötürü plasenta aracılığıyla intikal etmez. Antikorlar insan vücudunu iki yolla işgalci canlılardan korur:
a. Doğrudan işgalciye saldırarak
b. İşgalciyi yok eden tamamlayıcı sistemi aktif hale getirerek.
Antijenin Antikorla bağlanması
Antikor bilinen dört kimyasal bağlardan birisi vasıtasıyla antijene bağlanır. Bu bağlar şunlardır: Hidrojen bağlantısı, elektrostatik bağlantı, fender wales bağlantısı ve su itici bağlantı. Antikorla yapışma bölgesinin şekli içbükey yüzey şeklindedir. Bu sebepten ötürü viral proteindeki (antijen) bitişme yerinin dışbükey şeklinde olması gerekir. Ta ki birleşme aktif bir şekilde olabilsin.
Bağışıklık hücreleri nasıl çalışır ve bağışıklık karşılık vermesi nasıl olur?
İnsan vücuduna girmeye çalışan yabancı maddelerle yüzleşmek ve savaşmak için bağışıklık sisteminin hücrelerinin değişik türleri birbirleri ile yardımlaşır ve reaksiyona girerler. Yüzleşme işlemi yutucu hücrelerin (bakteriyofajlar) yabancı maddeleri yutmaları ve onları parçalayıp hücrenin yüzeyine basit protein maddeleri şeklinde tekrar çıkartmalarıyla başlar. Yüzeye onlarla birleşen T tipi yardımcı lenfosit hücrelerine sunulmak üzere çıkarılırlar. Bu birleşmeden T tipi hücrelerin hücre katalizörleri salgılamaları sonucu doğar. Bu katalizörler değişik bağışıklık sisteminin hücrelerini aktif hale getirirler. Böylece her çeşit hücre rolüne ve görevine göre vücutta tehlikeyi uzaklaştırmaya katılır. Örneğin T tipi çözücü hücreler, öldürücü hücreler ve doğal öldürücü hücrelerden her birisi vücuttaki hücuma uğramış hücreleri ve içlerindeki yabancı maddeleri tanırlar ve yok ederler. Taneli akyuvarlar üç türleri ile (asitli, bazal, nötral) aktif hale getirildikleri zaman değişik enzimler salgılarlar. Bu enzimler bağışıklık sisteminin hücrelerini iltihap bölgesine doğru adım adım çekerler. Hücre katalizörleri B tipi lenfosit hücrelerinin aktif hale gelmesini ve onların bölünüp çoğalmalarını teşvik etmeyi ve değişik antikorları salgılamalarını sağlar. Bu değişik antikorlar yabancı maddelerle birleştiklerinde onların yutulma işlemlerini yutucu hücreler aracılığıyla kolaylaştırırlar. Yine bu antikorlar tamamlayıcı sistemin aktif hale gelmesini de sağlarlar. Bu tamamlayıcı sistem yabancı cisimlerin çözülmesini sağlar.
Şu da bahse değer bir noktadır: Her B tipi yahut T tipi lenfosit hücre yüzeyinde özel bir karşılayıcı taşır. Bu karşılayıcı lenfoside tek bir yabancı cismi tanıma imkânı verir. B tipi hücrelerde karşılayıcı (M) ve (D) tipi bağışıklık globiyolini antikorlardan oluşurlar. Öte yandan T tipi hücrelerde karşılayıcı iki peptit zincirden oluşur. Herhangi bir yabancı cismin insan vücuduna girmesi durumunda B tipi ve T tipi lenfosit hücreleri aktif hale gelirler. Bu lenfosit hücreler sadece o cisme has karşılayıcılar taşırlar. Onu tanırlar ve onunla bitişirler (şekil 7) ve bölünerek çoğalırlar ve bağışıklık hücrelerinden büyük bir ordu oluştururlar. Geriye kalan ve değişik karşılayıcılar taşıyan öteki lenfosit hücreleri ise savunma işlemine katılmazlar. Karşılayıcılarıyla uygun düşen yabancı bir cisim gelinceye kadar kalırlar. Antikorlar ve uzman hücreler kanda ve dokularda yayılır, aylarca hatta yıllarca sürebilecek uzun bir zaman buralarda kalırlar.
Bağışıklık sisteminde bilgi hücreleri
Bağışıklık sisteminin karşılık vermesi esnasında ve bağışıklık sistemi hücrelerinin çoğalması esnasında B tipi ve T tipi lenfosit hücrelerinden özel bir tür oluşur. Bu hücrelere hafıza hücreleri denir. İçerlerinde vücudu işgal eden canlı yok edildikten sonra onunla ilgili her türlü detaylı ve dakik bilgiler bu hücrelerde saklanır. B tipi hafıza lenfosit hücreleri bazı B tipi hücreler aktif hale getirildikten sonra oluşurlar. Onlar her vücutta yüzerler ve aynı antijen tarafından bir sonraki hücum durumunda tekrar uyarılıncaya kadar sakin bir şekilde dururlar. Uyarıldıklarında B tipi lenfosit hücreleri aktif hale getirirler böylece büyük oranlarda ve hızlı bir şekilde antikorlar oluştururlar. T tipi hafıza lenfosit hücreleri ise aktif hale getirilmiş T tipi hücrelerden oluşur ve her vücutta lenfatik dokuda muhafaza edilir. Vücut aynı işgalcinin hücumuna uğradığı zaman tekrar ve hızlı bir şekilde ilgili T tipi hücreler aktif hale gelirler. Onlardan büyük oranlarda ve daha hızlı bir şekilde üretilir. Tıpkı B tipi hafıza lenfosit hücrelerinde olduğu gibi. Bununla her saat vücudu işgal eden büyük miktarda küçük canlılar ve yabancı cisimlerin tehlikelerinden vücut korunur. Dölleme ve aşılama fikrinin üzerine bina edildiği temel budur.
2. Bilimsel araştırmalar:
Nicella Sativa bitkisi kardeş bitkiler grubundandır. Bu bitkinin yaygın olan isimleri şunlardır. Çörek otu, kara küçük yuvarlak, siyah kimyon, şunis, kalacaci kaddude, ciraka, kaz, karezna. Çörek otu orta doğu ve uzak doğu ülkelerinde doğal bir ilaç olarak iki bin yıldan fazla bir süredir kullanılmaktadır. Dehahini ve arkadaşları aracılığıyla 1959 yılında çörek otu yağından nigillon (nicillon) bileşimi üretilmiştir. Çörek otunun tohumları ağırlığının yüzde 40’ı kadar sabit yağ içermektedir. Yüzde 1,4’ü ise uçucu yağlardır. 15 aminoasit içermektedir. Protein kalsiyum, demir, sodyum ve potasyum içermektedir. Bileşikleri ise şunlardır: (TQ) Thymoquinone (DTQ) dithymoquinone (THQ) thymohydroquinone ve (THY) thymol.
Dr. Kadı ve arkadaşlarının Amerika Birleşik Devletlerinde yapmış olduğu araştırmalardan önce 1986 yılına kadar çörek otunun doğal bağışıklıktaki rolü netlik kazanmamıştı. Ardından dünyanın değişik bölgelerinde bu bitki ile ilgili değişik alanlarda peşi sıra araştırmalar yapılmıştır. Ne var ki bu araştırmada bizi ilgilendiren çörek otunun bağışıklık sistemi üzerindeki etkisidir. Bizler Dr. Kadı’nın araştırmasının ve ondan sonra gelip onun araştırmalarının sonuçlarını teyit eden uygulamalı araştırmaların bir özetini sunacağız.



Çörek Otu ve Bağışıklık Sistemi
Dr. Ahmet el-Kadı ve arkadaşları A.B.D. de (4) çörek otunun insandaki bağışıklık sistemi üzerindeki tesiri hakkında bir araştırma yapmışlardır. Araştırma iki bölüm halinde yapılmıştır. İlkinin sonucu şudur:
Yardımcı T tipi lenfosit hücrelerinin oranı (Th) durdurucu hücrelerin (Ts) oranına göre % 55 oranında artmıştır. Doğal öldürücü hücrelerin oranında da % 30 oranında ortalama bir artış olmuştur. Araştırma diğer gönüllü bir grup üzerinde tekrar edilmiştir. Çünkü birinci araştırmada araştırma esnasında gönüllülerin büyük bir bölümü kişisel ve parasal etkileyici baskılar ve işle ilgili baskılar altında kalmışlardır. Bu tekrar bağışıklık sistemi üzerindeki baskı etkenini engellemek içindir. İkinci araştırma on sekiz sağlıklı görünümlü gönüllü üzerinde yapılmıştır. Gönüllüler iki gruba ayrılmıştır:
Bir grup çörek otunu günlük olarak iki kere 1 gr. doz halinde almışlardır. Bir grup çörek otu yerine dört hafta boyunca aktifleştirici kömür almışlardır. Çörek otu tohumları kömürünkine tamamen benzeyen kapsüllere konmuştur. Bu araştırma ile şu tespit edilmiştir: Çörek otunun, bağışıklık görevlerini güçlendirici etkisi vardır. Zira T tipi yardımcı lenfatik hücrelerin oranı durdurucu T tipi hücrelere karşı ortalama % 72 artmıştır.

Doğal öldürücü hücrelerin aktivitesinde ortalama % 74 oranında iyileşme olmuştur.
Diğer grupta ise durdurucu hücrelere karşı yardımcı hücrelerin oranında % 7 eksilme olmuştur. Doğal öldürücü hücrelerin aktivitesinde % 42 oranında iyileşme olmuştur. Bu durumun -kömürün, hazmedilmiş yiyecek ve içeceklerdeki zehirli kimyasalları emmesinden sonra- doğal gıdaların bağışıklığı güçlendirmede etkili olma gücünden kaynaklandığı söylenmiştir.
Bazı modern araştırmaların sonuçları el-Kadı’nın araştırmalarının sonuçlarını teyit edici mahiyettedir. Bazıları şunlardır:
İlaç bağışıklık dergisi 1995 ağustos sayısında (10) çörek otunun insandaki kanser hücrelerini dışta belli sayıdaki üstünde yok eden lenfatik hücreler üstündeki tesiri hakkında ve çörek otunun çok çekirdekli akyuvarların fagositoz aktiviteleri üstündeki tesiri hakkında bir araştırma yayınlamıştır. Bu araştırma çörek otunun özünün belli türdeki kanser hücrelerine lenfasit hücrelerin karşılık vermesi üzerinde aktif hale getirici etkisi olduğunu ispatlamıştır. Yine bu araştırma çörek otu özünün önceki kanser hücrelerinin aynılarıyla herhangi bir aktif hale getirici madde eklemeden yerleştirildikleri zaman bazı bağışıklık araçlarının (interliyokin 3) üretimini lenfasit insan hücrelerinden üretimini arttırdığını ispatlamıştır.
Bu araştırma yine çörek otunun birinci tür interliyokin –betanın salgılanmasını arttırdığını ispatlamıştır. Bu fagositoz hücrelerinin aktifliğinde etkisi olduğu anlamına gelmektedir.
Yine ilaç bağışıklık dergisi 2000 yılının eylül ayı sayısında çörek otu yağının farelerde hücreleri büyüten virüs (sitomegalo) enfeksiyonuna karşı koruyucu etkisine dair bir araştırma yayınlamıştır. Çörek otu yağı virüslere bir karşıt (muhalif) olarak denenmiştir. Virüsün bulaşmasının erken dönemi esnasında kazanılmış bağışıklık ölçülmüştür. Bu şöyle olmuştur: Doğal öldürücü hücreler ve büyük fagositoz hücreleri ve fagositoz işlemi sınırlandırılmıştır. Daha sonra çörek otu yağı farelere verildikten sonra virüsün karaciğerde, dalakta bulaşmadan üç gün sonra virüsün büyüme oranlarında açık bir engellenme görülmüştür. Yine antikorların oranları plazmada (serum) artmıştır. Virüsün bulaşmasının üçüncü gününde öldürücü doğal hücrelerin sayılarında ve aktivitelerinde düşüş olmasına rağmen yardımcı T tipi hücrelerde artış meydana gelmiştir. Virüsün bulaşmasının onuncu gününde karaciğerde ve dalakta virüsün varlığına dair bir ortalama belirlenememiştir. Hâlbuki tahakküm grubunda açık bir şekilde virüs bulunmuştur.
Bu sonuçlar çörek otu yağının hücreleri büyüten virüslere zıt özelliğe sahip olduğunu göstermektedir. Bu, T tipi yardımcı lenfatik hücrelerin (T hücreleri+CD4) görevlerinin ve sayılarının artması, büyük fagositoz hücrelerinin artması, fagositoz işleminin aktif hale gelmesi ve gama türü interfironun üretiminin plazmada artması ile ölçülmüştür.
Avrupa kanser dergisi 1999 (12) Kasım sayısında Timokinon bileşiminin farelerde mide kanseri üzerindeki tesiri hakkında bir araştırma yayınlamıştır. Bu araştırma çörek otunun tohumlarındaki uçucu yağların midedeki kansere karşı güçlü koruyucu kimyasal bir etken sayıldığını ispatlamıştır. Bunun kaynağı olarak oksitlenmeye ve iltihaba karşı zıt etkisinin varlığı gösterilmiştir. Yine kanser zıtları araştırmaları dergisi 1998 (13) Mayıs sayısında çörek otunun özlerinin kanser urlarına (zıt) olmalarıyla ilgili bir araştırma yayınlamıştır. Araştırma timokion ve daytimokinyon bileşiklerinin insandaki değişik türlerde kanser hücrelerine yok edici etkiye sahip olduğunu ispatlamıştır.
Yine Etno ilaç dergisi, 2000 yılı (14) nisan ayı sayısında, çörek otu tohumlarından çıkartılmış itanolinin zehir ve bağışıklık etkileri ile ilgili diğer bir uygulamalı araştırma yayınlamıştır. Bu araştırma maddenin bazı kanser hücrelerinin üzerinde güçlü zehirleyici etkisi olduğunu ve hücre bağışıklığının üzerinde güçlü ve aktif hale getirici etkisi olduğunu ispatlamıştır.
Aynı dergi 1999 yılının (15) kasım ayı sayısında timokinonun farelerde fankoni ve kanser hücreleri aktifliği üzerinde etkisine dair bir araştırma yayınlamıştır. Bu araştırma çörek otunda yer alan bu bileşiğin urlara karşı açık aktivitesi olduğunu ispatlamıştır.
Şifalı Bitkiler Dergisi 1995 yılı (16) Şubat ayı sayısında sabit çörek otu yağının ve timokinon bileşiminin akyuvarlar üzerinde, iç zarlardaki yağların üst oksitlenmesi üzerinde etkisi olduğu hakkında bir araştırma yayınlamıştır. Bu araştırma ile çörek otunun ve ondan üretilenlerin bir halk ilacı olarak romatizma ve onunla ilgili iltihaplı hastalıkların tedavisinde kullanılmasının doğru olduğu ispatlanmıştır. Yine neccilon bileşiminin plazma hücrelerinden histamin salgılanmasını önleyici ortalama etkiye sahip olduğu alerji dergisi 1992 yılı (17) Mart sayısında yayınladığı araştırmada ispatlanmıştır.
Kanser dergisi 1992 yılı (18) Mart ayında çörek otunun tohumlarında urlara zıt özellikler ile ilgili bir araştırma yayınlamıştır. Araştırma susuzluğa sebep olan kanser hücreleri üzerinde gerçekleştirilmiştir.
(EAC) Ehrlich ascites rarcinoma (DLA) Daltpms Iymphonia ascites cells. (s-180) and sarcoma- 180
Çörek otunun tohumlarındaki aktif maddeler aracılığıyla denek hayvanların içerisinde bu urların büyümesi tamamen durmuştur. Tesirin etkisinin DNA’ya ulaştığı ileri düzeyde düşünülmektedir.
Etno ilaç dergisi 2002 yılı (19) şubat sayısında çörek otu yağının farelerdeki bağırsak bilharziozu enfeksiyonu sonucunda meydana gelen karaciğer sirozu üzerindeki tesiri hakkında bir araştırma yayınlamıştır. Bu araştırma bu yağın bilharzioz kurtçukları enfeksiyonu sonucunda akciğer hücrelerini yok etme karşıtı tesire sahip olduğunu ispatlamıştır. Karaciğerin enzimleri fark edilir şekilde iyileşmiştir. Kurtçukların yumurtalarıyla enfeksiyon kapma bölgeleri büyük derecede daralmıştır. Bu şu anlama gelmektedir: Çörek otu yağının bağırsak bilharzioz kurtlarıyla enfeksiyon kapmanın meydana getirdiği değişikliklere karşı etkili olmada rolü vardır. Araştırmacılar bu iyileşmenin kısmi olarak bağışıklık sistemindeki iyileşmeden ve bu yağdaki oksitlenme karşıtı etkiden kaynaklanabileceğini söylemişlerdir.
Etno ilaç dergisi Eylül ayı 1991 yılı sayısında (19) çörek otunun tohumlarındaki mikroplara karşı tesir ile ilgili bir araştırma yayınladı. Bu araştırma ile tohumların artı gram mikroplarını engelleme tesiri olduğu ispatlanmıştır. Bu mikroplar altın yuvarlak mikroplarıdır. Bunlardan tehlikeli olan tür derinin altında çörek otu özünün enjekte edilmesi ile tedavi edilerek öldürülmüştür. Değişik sayıdaki eksi gram mikroplara doğrudan tesiri vardı. Yahut bazı antikorlara yardım tesiri vardı.
Çörek otu özünde bakterilere karşı etki olduğunu destekleyen çok sayıda araştırma vardır. Özellikle artı gram mikroplarda bu söz konusudur. Bunun dışında Allah’ın izni ile bir başka makalenin tahsis edileceği değişik sayıda diğer alanlarda bunlardan başka araştırmalar da mevcuttur.
C. Konunun Mucizevî Yönü
Hz. Peygamber (s.a.v) çörek otunda her hastalığa şifa olduğunu bildirmiştir. Hadislerin tümünün ifadelerinde şifa kelimesi elif lam olmaksızın (nekre olarak, umumi ifadeyle) olumlu ifadelerle gelmiştir. Bu yüzden de geneli kapsayan nekre olarak gelmiştir. Böylece çörek otunda her hastalığa şifa payı (oranı) olduğunu söyleyebiliriz.

Bağışıklık sisteminin tanımlanmasından her türlü hastalığı yok etmeye tahsis edilmiş silaha sahip olan yegâne sistem olduğu ispatlanmıştır. Zira fagositoz hücreleri işgal edici mikropları yuttuktan ve onları hazmettikten sonra çözülmüş bakteri parçalarını (antijenik) yüzeyi üstüne çıkartır. Ardından mikrobun dakik (ince) bileşimini bildirmek için lenfatik hücrelere yapışır. B tipi hücreleri ve T tipi hücreleri antikorlar üretmeleri için teşvikte bulunur. Yahut T tipi uzman ve bu onları üretmeyi hızlandıran antijene has hücreleri teşvik eder. B tipi hücrelerin duvarları antikorlardan yüz bin moleküle sahiptir. Antijenin mikropta sebep olduğu özel tür ile yüksek özellikte etkileşime girer. Bu T türü hücrelerde de aynı şekildedir. Şöyle ki: Lenfatik hücrelerinin duvarlarında yer alan karşılayıcı yüzeysel proteinleri oluşturur. Bunlara hücre işaretleri denir.
T tipi hücrelerin işaretleri tümüyle antikorlara benzerler. Cisimler ve uzman T tipi hücreler mikrop antijenleriyle tam bir şekilde birleşirler ve onun işlevini ortadan kaldırır veya onu yok ederler. Böylece bu bağışıklık her vücut içinde bulunan yabancı canlıya özgü bir bağışıklıktır. Yani her hastalığa uygun ilacı bulunmaktadır. Bildiğimiz kadarıyla yeryüzünde bileşik halde yahut basit halde tüm hastalıkların sebeplerinden kurtarma imkânına sahip olan yahut iyileşmesini sağlayan ve bağışıklık sisteminin işlevini yapan bir madde şu ana kadar yoktur. Buna göre diyebiliriz ki, hakiki ve şüphe edilmeyecek şekilde her hastalığa şifa sunabilecek yegâne sistemdir. Bu, sistemin ihtiva ettiği türsel bağışıklık sistemi yahut kazanılmış bağışıklık sistemi iledir. Bu kazanılmış bağışıklık sistemi antikorlar üretme ve hastalığa sebep olan her türlü canlıya özgü öldürücü ve parçalayıcı hücre silahı oluşturma imkânına sahiptir. Bu sistem diğer sistemler gibi zarar bozukluk veya hastalığa uğrar. Tam enerjisi kapasitesi ile çalışabilir yahut sağlığına ve onu oluşturan unsurların sağlığına göre daha düşük kapasitede çalışır. Bu sistem vücutta sağlıklı afiyette olduğu sürece her türlü hastalığı yok edebilir. (hastalık kelimesi ile hastalığın kendisini yahut hastalığa sebep olanlar kastedilir)

Bu sistemi aktif hale getiren ve kuvvetlendiren yahut tedavi eden ve ondakileri tamir eden Allah’ın yarattığı maddeler olduğuna göre, bu maddeler bu cihazın kendisinin nitelendiği sıfatlarla nitelendirilebilirler. Dr. El-Kadı’nın araştırmasına göre çörek otu, yardımcı hücrelerin, durdurucu hücrelerin ve öldürücü doğal hücrelerin oranını -ki bütün bunlar son derece uzman ve dakik lenfatik hücreleridir- % 75 e yakın oranda yükselterek türsel bağışıklığı ve kazanılmış bağışıklığı aktif hale getirir. Yine süreli bilimsel dergilerde bu gerçekle ilgili yayınlanan araştırmalar bunu teyit eder. Şöyle ki lenfatik yardımcı hücreler ve fagositoz hücreleri iyileşmiştir ve inkrofin bileşimi artmış hücre bağışıklığı iyileşmiş ve bu iyileşme ve bağışıklık sistemindeki bu iyileşme çörek otu özünün kanser hücreleri üzerinde ve bazı virüsler üzerindeki yok edici tesirine yansımıştır ve bilharzioz kurtlarının bulaşması tesirleri de iyileşmiştir. Tüm bunları göz önünde bulundurursak şunu söyleyebiliriz ki çörek otunda her türlü hastalığa onu iyileştirmek ve bağışıklık sistemini güçlendirmek için şifa bulunmaktadır. Bu bağışıklık sistemi her hastalığa şifa içeren sistemdir ve tüm hastalığa sebep olan unsurlarla etkileşimi vardır. Tüm hastalıklara şifanın tümünü yahut bir kısmını imkânına sahiptir. Hadislerde şifa kelimesinin nekre yani genele şamil bir ifade ile gelmesi de varılan bu sonucu desteklemektedir. Zira şifa derecesi bağışıklık sisteminin durumuna hastalığın türüne, sebeplerine ve merhalelerine göre geçişlilik dereceleri göstermektedir. Bununla hadiste gelmiş olan genelleme açıklanabilmekte ve hadisin önceki açıklamalarıyla uygun düşmektedir. Böylece bilimsel gerçek bu hadisi şeriflerdeki bilimsel gerçek ortaya çıkmıştır ki bu gerçeği on dört asır önce bir insanın bırakın söylemesi idrak etmesi ve anlaması bile mümkün değildir. Bunu ancak Allah tarafından gönderilmiş olan ve bilgilerini, yarattıklarının sırlarını bilen Allah tarafından elde eden bir peygamber söyleyebilir. Allah teala şu sözünde ne kadar doğru buyurmuştur. “O hevasına göre konuşmaz, o ancak kendisine vahyedilen bir vahiydir”(Necm Suresi, 53/3,4)
Önemli Uyarılar: Çörek otu metinlerinden şu anlaşılmaktadır. Çörek otunda hastalıklara şifa vardır. İnsanın onu ancak hastalığa düştüğü zaman kullanması gerekir. Sünnete taraftar olma gayretkeşliği sıhhatli insanların büyük miktarlarla çörek otunu yemeye itmemelidir. Yahut bir düzenleyici olmaksızın korunma arzusu ile yağlarını kullanmaya sebebiyet vermemelidir. Bu durum kötü sonuçlara götürebilir. Hastanın hastalığına uygun dozu bilmesi gerekir. Günlük olarak en fazla alabileceği miktarı bilmesi ve onu nasıl alacağını ve ondan en iyi faydalanma yolunu, yalnız başına mı, başka maddelerle birlikte bileşik olarak mı, öğütülmüş olarak mı, yoksa öğütülmemiş olarak mı alması gerektiğini bilmesi gerekir. Bunlar doktor gözetiminde olmalıdır.
Bu araştırmadan ve benzeri peygamber tıbbı (tıbbı nebevi) araştırmalarından, tabiplerin ve ilaç alanında çalışanların bu basit faydalı araçlar ile tedavinin kanunlaştırılması ve kurallaştırılmasında faydalanmaları gerekir.
Başlarımızı kuma gömüp bu araçların kullanımını şifalı bitkilerle tedavi uzmanı olduğunu iddia edenlere ve sıvı yağ üretimi tüccarlarına, son yıllarda olduğu gibi bırakmamak gerekir. Yine kimyasal ilaçların ücretlerinin tüm İslâm ülkelerinde üç sene sonra şu andaki fiyatlarının altı katına yükseleceğine dikkat etmemiz gerekir. Bu, dünya ticaret örgütünün bu tür ilaçları ancak yetiştiği ülkelerde üretilmesine izin veren ve onun dışında üretilmesini engelleyen (2005 yılı sonrası) düzenlemelerine göredir. Bu sebeple Müslüman araştırmacıların sağlam ilmi araştırmalarla doğrulanmış tıbbı nebevi hazinelerini çıkarmaya yönelmelerine çağırmaktayız. Yine aynı şekilde bu canlı alanda yatırım yapmaları için yatırımcıları çağırmaktayız. Müslümanların gıdada zillete düşürüldükleri gibi ilaçta da zillete düşürülme belasına düşmelerini beklememeleri için çağrıda bulunmaktayız.

Alıntı: Dr. Abdulcevad es-Savi

Dipnotlar ve Kaynaklar :
1) Buhari (10/121) Tıb, Karaçörek otu babı; Müslim (2215) Selam, çörek otu ile tedavi olma babı.
2) Fethulbari, 10/143, Hadis no:5687.
3) Müslim (4/1736, Hadis no: 89)
4) Ahmed El-Kadi ve Üsame Kandil – Karaçörek Otu Her Türlü Hastalğa Şifadır, İkinci baskı, 1421, Kur’an ve Sünnetteki İlmi İ’caz heyeti-Rabıtatü’l-alemi’l-İslâmi.
5) Bilim ve Teknik Dergisi, sayı:37, Muharrem 417, Dr.Halid Ebu’l-Hayr ve Dr. Fatin Zamil, Dr. Haşim Urve’nin bağışıklık sistemi ile ilgili makaleleri.
6) Amerikan Bilimleri Dergisi Tercümesi, (Kuveyt 1999)
...

2.10.2009

el-Birûnî

Tam adı Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el-Birûnî dir. Batı dillerinde adı Alberuni veya Aliboron olarak geçer. Gökbilim, matematik, doğa bilimleri, coğrafya ve tarih alanındaki çalışmalarıyla tanınır. Yaşamı üstüne ayrıntılı bilgi yoktur.

4 Eylül 973'te Harezm'de doğdu. Birûnî, Harezm sarayında astronomi ve matematik öğrendi. Harezm’deki karışıklıklar yüzünden bir süre İran'da kaldı. Ardından Ziyariler hükümdarı Kabus bin Vaşmgir’in sarayına girdi. Bir tür tarih yapıtı olan el-Âsârü'l-Bâkiye'yi (Geride Kalan Yüzyıllar) orada yazarak sultana sundu. Harezm'e döndükten sonra, Sultan Memun bin el-Memun'un sarayında İbni Sina, İbn Miskeveyh, Ebu Nasr gibi bilginlerle birlikte çalıştı. Gazneli Mahmud'un Harezm ülkesini fethetmesinden sonra Gazne kentine yerleşti. Gazneli sarayında büyük saygı gördü. Son yıllarını Gazne’de geçirdi ve burada vefat etti (1051).

Büyük bilgin El Biruni, 4 Eylül 973 yılında Harezm'in başkenti Kath yakınlarında doğdu. İlk öğrenimini Yunan'lı bir bilginden aldı. Tanınmış ve seçkin bir aileden gelen Harezm'li matematikçi ve gökbilimci birisi tarafından evlat edinen El Biruni, ilk çalışmalarını bu alimin yanında yaptı. İlk eseri, Asar-ül-Bakiye' dir.

El Biruni, o zamanın bilginleriyle Buhara'da tanışmış, evrenin yapısı, serbest düşme ve diğer fizik yasalarını ve bölünmez parçacıklar üzerinde mektupla yaptığı bazı tartışmalar vardır. 1010 yılında El-Memun Akademisi'ne kabul edildi. Gazneli Mahmut Harezm'i fethedince, El Biruni ile birlikte binlerce kişiyi tutsak aldı. Bunu izleyen on yıl içinde astronomi ve matematik çalışmalarının doruğuna erişti. Bu tutsaklığı sırasında, anayurtlarından sürülmüş ve tutsak olan Hint'li bilginlerle tanıştı. Birçok dilde ilmi çeviriler yaptı.

Astronomi üzerine yaptığı en iyi çalışmayı Gazneli Mahmut'un oğlu Mesut'a sundu. Sultan Mesut kendisine bir fil yükü gümüşü hediye edince, "Bu armağan beni baştan çıkarır, bilimden uzaklaştırır" diyerek bu hediyeyi geri çevirdi.Bu sırada kardeşi Gülce,Tan adında biriyle evlendi...Ve bir süre sonra 5 çocuğu oldu.

Eserleri :
Eserlerinin sayısı yüz seksen civarlarındadır.[kaynak belirtilmeli] Yetmiş tane astronomi ve yirmi tane de matematik kitabı vardır. Tıp, biyoloji, bitkiler, madenler, hayvanlar ve yararlı otlar üzerinde bir dizin oluşturmuştur. 1048 yılında 75 yaşındayken vefat etmiştir.

Mektuplarından, Aristoteles'i bildiği anlaşılır. İbn-i Sina gibi önemli bilginlerle beraber çalışmıştır. Hindistan'a birçok kez gitti. Bu nedenle Hindistan'ı konu alan bir kitap yazdı. Onun bu kitabı birkaç dile çevrildi. Gerçek bir bilim anlayışına sahipti. Irk kavramına önem vermezdi. Başka bir halkın ileri kültüründen derin bir saygıyla söz ederdi. Bir tane de romanı vardır. Elimizdeki eserlerinin sayısı yirmi üç kadardır.

Nihâyâtü'l-Emâkin ("Mekânların Sonları") adlı yapıtı, coğrafyadan, jeoloji ve jeodeziye (yeryüzü düzlemini ölçme bilgisi) kadar bir dizi konudaki yazılarını içerir. Sultan Mesud'a sunduğu el-Kanunü'l-Mesudi, Birûnî’nin astronomi alanındaki en önemli yapıtıdır. Bilim tarihçilerine göre Birûnî, Kopernik'le başlayan çağdaş astronominin temellerini atmıştır. Batlamyus ve Aristoteles'in kuramlarına karşı çıkarak dünyanın durağan değil, dönen bir kütle olduğunu ileri sürmüştür. Kitâbü’l-Camahir fi Marifeti'l-Cevahir ("Cevherlerin Özellikleri Üstüne") adlı yapıtında, 23 katı cismin ve 6 sıvının özgül ağırlıklarını bugünkü değerlerine çok yakın olara saptamıştır.

Birûnî, bilim ve felsefe alanındaki çalışma ve araştırmalarında büyük ölçüde İslam düşüncesinin etkisinde kalmıştır. Evrenin "öncesiz" olmadığını, bir Tanrı'nın varlığına gereksinimi olduğunu ileri sürmüştür. Birûnî bu savı ile, evrenin "öncesiz" olduğu düşüncesini savunan İbn-i Sina'dan ayrılır. Batı'da "Aliboron" adıyla bilinen Birûnî'nin yapıtları birçok Batı diline çevrilmiştir.

2.07.2009

Feridüddin-i Attar kimdir?




Ferîdüddîn-i Attâr
Horasanın en önemli dört şehrinden biri olan Nişabur’da 1120’da doğmuş 1229’da Moğollar tarafından şehid edilmiş şair ve mutasavvıftır. Aktarlık mesleği ile meşgul olup aynı zamanda hekim ve eczacı olmasından dolayı “Attar” olarak anılmaktadır.
Ferîdüddîn-i Attâr, değişik alanlarda eğitim almış bir eczacı oğluydu. Küçüklüğünde Şadbah kasabasında bir yandan babasının yanında attârlık mesleğini öğreniyor, bir yandan da medrese eğitimi görüyordu. Babasının vefâtı üzerine onun yerine geçip, attârlık mesleğini uzun bir süre devâm ettirdi. Attârlıkla uğraşırken, bir taraftan da ilim ile meşgul oluyordu. Atarlık mesleğine olan ilgisinden ve duyduğu saygıdan dolayı da eserlerinde “Attar” mahlasını kullanmıştır.
Rivayet edilir ki, Bir gün bir derviş, dükkânının önünden geçerken içeri bakıp bir "ah!" çekti. Ferîdüddîn-i Attâr ona, neden baktığını ve niçin ah çektiğini sordu. Derviş: "Benim yüküm hafif. Dünyada hırkamdan başka bir şeyim yok. Bu dünya pazarından kolayca geçerim. Fakat sen bu kadar ağır yükle kendi başının çaresine nasıl bakarsın?" dedi. Attar ona, "Bu dünyadan nasıl geçip gidersin?" diye sordu. Derviş de: "Hırkayı sırtımdan çıkarır, başıma yastık yaparım, canımı Hakk'a teslim ederim." demesiyle birlikte hırkasını çıkardı ve başının altına koydu, orada canını teslim etti. Ferîdüddîn-i Attâr bu olaydan çok etkilendi.Bu durum karşısında Allah’a olan bağlılığı, dînini öğrenme istek ve arzusu dayanılmaz hâle gelince, attârlığı terk etti. O günden sonra varını yoğunu Allah yolunda sadaka olarak dağıttı ve kendini tamamen İslami ilimlere adayarak Ömrünün geri kalanını ilim, irfan ve ibadetle geçirdi.
Batı'dan ve Doğu'dan birçok yazar onun etkisinde kaldı. Mevlânâ daha on yaşlarındayken babasıyla Nişabur'a gittiğinde Attâr ile görüşmüştü. Ferîdüddîn-i Attâr, Mevlânâ'yı görür görmez onun dehasını fark etti ve babasına müjdeledi. Mevlânâ da onu, ilk üstadı olarak kabul etti. Üstadının kendisine ithaf ettiği kitap olan Esrarnâme'yi hayatı boyunca yanından ayırmadı.
Mevlana daha sonraki dönemlerde onun hakkında şöyle demiştir:
"Attâr, aşkın yedi şehrini gezdi de,
biz ancak bir sokağının dönemecindeyiz!"
O kadar merhametliydi ki sarhoşlar bile onun merhametinden payını alırlardı.. Ünü dünyaya yayılan eseri Mantıku't-Tayr - Kuş Dilinde tekkeye gelen bir sarhoşun hikâyesi vardır. Sarhoş ağlayıp sızlayıp ortalığı karıştırmış, sonunda yığılıp kalmış yere. Tekkenin şeyhi yanına gelmiş ve ''Neden ağlıyorsun? Elini bana ver, kalk!'' demiş ona. Sarhoşun cevabı müthiştir. Bu cevap bir bakıma Onun mütevazılığinin ve Allah’a olan acziyetini nasılda yüreğinde hissettiğinin bir göstergesidir:
''Ey şeyh! Allah sana yardım etsin; elden tutmak senin harcın değil! Sen başını alıp git! Baş aşağı yıkılmak benim payıma düştü! Eğer herkes düşkünlerin elini tutabilseydi, karınca yiğitlik meclisinin başköşesine kurulurdu. El tutmak senin işin değil, yürü! Ben sayıya geleceklerden değilim, çekil! Ey kendisinden başka bir var olmayan, ey herkesin feryadına ancak kendisi yetişen, benim imdadıma sen yetiş! Düştüm, benim elimi sen tut!''
Allahu Teâlâya bu münacatı ise onun ruh âlemini oldukça güzel yansıtır:
"Ey Rabbim! Gönlümüze senin hamd bahçende yücelik sıfatlarını öğrenmek nasip oldu. Kıyâmet günü ümidim sende. Dert ve nedametten, pişmanlıktan başka bir şeyim yok ama keremini ummaktayım. Sırat köprüsünde Cehennem'e düşmekten, kereminle ancak sen kurtarabilirsin. Mîzanda ancak sen, lütfunla günahlarımı af ve mağfiret edersin. Nefsimin eline öyle düşmüşüm ki, doğanın eline düşmüş topal serçe gibiyim.Ey Allah'ım! Bu Attâr kulun, senin sevgi ateşinde yanmaktadır. Bana yol göster de sana kavuşayım."
Şehadeti:
Bu büyük insan Moğolların meşhur istilasında şehit düşmüştür. Moğollar bu istilalarında yapmış oldukları büyük katliamların yanında birde bölgede ki tüm medreseleri yağmalamışlar ve insanlığa ışık tutacak birçok kitabı yakmış ve ortadan kaldırmışlardır.
Bu istilalarından birinde, Maveraünnehr’i, bu arada Nişabur’u yağmalarlar. Nişabur’a gelen Moğol askerlerinden biri, Feridüddin-i Attar’ı (rahmetullahi aleyh) vurduğu kılıç darbesiyle şehid eder. Ve Attar düştüğü yere defnedilir. Türbesi Nişaburda Şadbah kasabasına yakındır.
Eserleri:
Mevlânâ, Şeyh Galip ve diğer mutasavvıflar tarafından oldukça övülen Attar, çoğu günümüze kadar ulaşan pek çok eser bırakmıştır.
Attâr'ın yazdığı eserlerinde üstün bir akıcılık, incelik, nasîhatlerinde büyük bir tesir, ârifâne sözlerinde akılları hayrette bırakacak bir hâl vardır. Celâleddîn-i Rûmî gibi büyükler onun eserlerinin tesiri altında kalmışlardır. Yazdığı eserlerden Tezkiret-ül-Evliyâ hâriç, hepsi manzumdur.
Eserleri şöyle sıralanabilir:
1) Musîbetnâme: Mesnevî türünde yazılmış olan eserde pekçok küçük hikâyeler vardır. Eser, Tarîkatnâme ismiyle Türkçeye tercüme edilmiştir.
2) Esrârnâme: Tasavvuf hakkında olan bu eser, 26 makâleden ibâret bir mesnevîdir. Bu eser de Ahmedî isimli bir zât tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.
3) Mantık-ut-Tayr ve Makâmât-ı Tuyûr: Bu eserde, tasavvufu kuşların ağzıyla anlatan Ferîdüddîn-i Attâr, konuyu küçük hikâyelerle süslemiştir. Esas konu, Ahmed-i Gazâlî'nin Risâlet-üt-Tayr'ından alınmıştır. Bu eser manzum ve nesir olarak birkaç defâ Türkçeye tercüme edilmiştir. Bunların en meşhuru Gülşehrî'nin aynı adla yaptığı manzûm tercümedir.
4) Muhtârnâme: Konulara göre tertib edilmiş bir rubâiler mecmuasıdır. Elli bâbdan meydana gelen eser, İkinci Selîm zamânında Türkçeye tercüme edilmiştir.
5) Cevher-üz-Zât: Allahü teâlâdan başka her şeyin fânî olduğunu konu alan bir eserdir. 6) Üştürnâme,
7) Bülbülnâme,
8) Bisernâme,
9) Haydarnâme,
10) Deryânâme,
11) Leylâ ve Mecnûn,
12) Mahmûd-u Ayaz,
13) Mahzen-ül-Esrâr,
14) Mazhâr-üs-Sıfât,
15) Miftâh-ül-Fütûh,
16) Vuslâtnâme,
17) İrşâd-ı Beyân,
18) Velednâme,
19) Hırâdnâme,
20) Hayâtnâme,
21) Şifâ-ül-Kulûb,
22) İlahinâme,
23) Kenz-ül-Esrâr,
24) Kenz-ül-Hakâik,
25) Mazhar-ül-Âsâr,
26) Mîracnâme,
27) Misbahnâme,
28) Hüdhüdnâme,
29) Mahfinâme,
30) Kemâlnâme,
31) Tercümet-ül-Ehâdîs,
32) Zühdnâme,
33) Tezkiret-ül-Evliyâ: Bu eserde seksen civarında velinin hâl tercümesi ile menkıbeleri ve veciz sözlerini yazmıştır. Feridüddîn-i Attâr bu eseri yazarken, Şerh-ül-Kalb, Keşf-ül-Esrâr, Ma'rifet-ün-Nefs, Tabakât-üs-Sûfiyye, Hilyet-ül-Evliyâ ve Keşf-ül-Mahcûb'dan faydalanmıştır. Aslı Fârisî olan bu eser, Türkçeye, Fransızcaya, Arabçaya çeşitli zamanlarda çevrilmiştir. Eser tasavvuf târihi bakımından çok önemli, tasavvufî hayâtın gelişmesini tesbit yönünden de çok değerlidir.
Attar'ın tek mensur eseri olan ve genel olarak tasavvufun bütün meselelerini ele alan bu eser , bir çeşit tasavvuf ve ahlaki bilgiler ansiklopedisidir. Attar eserine aldığı sufilerin hayatlarını anlatırken tasavvufu da anlatmış, İslam tasavvufunun ve tasavvuf ahlakının hemen hemen bütün meselelerini açık bir şekilde ifade etmiştir. Bunu da daha çok menkıbeler aracılığıyla yapmıştır. Eser bu konuda yazılmış başka eserlerin her birinden daha zengindir. Attar'ın ırk ve inanç farkı gözetmeyen engin insan sevgisi, dinsel hoşgörüsü kitabın her satırına sinmiştir. Evliya Tezkireleri'nde şekillenen tasavvuf anlayışı Mevlâna ve ondan sonraki mutasavvıflarda gelişerek devam etmiştir.
İlahinâme , ise 6500 beyitlik bir mesnevidir. Hikâye, bir hükümdarın altı oğluna dünyada en çok arzu ettiklerini sorması, onların da sırasıyla verdikleri cevaplar üzerine bina edilmiştir. Her biri insanın ihtiraslarından birini temsil eden arzular etrafında gelişen hikâyede baba bunların manasızlığını gösterir. Tasavvufî bir meseleyi ele alırken temsillere başvurması, çerçeve hikâyeler içinde açık bir plana göre iç içe daha küçük hikâyeler anlatarak konuyu daha anlaşılır bir hale getirmesi ve böylece manaları ana hikâye ile birleştirmede büyük bir ustalık göstermesi, Feridüddin Attar`a onun bu alanda ne kadar başarılı olduğunu gösterir.


Mantık-ut-Tayr:
Ferîdüddîn Attar, 4724 beyitten oluşan mesnevi tarzında yazılmış Mantık-ut-Tayr adlı eserinde kuşların diliyle bir Hakikati arayış öyküsü anlatılmaktadır: Hakikat yolunun yolcuları kuşlarla simgelenmiştir, her biri ayrı bir insan karakterini temsil eder. Hüdhüd kuşu, bu kuşların önderi, yani mürşididir. Aradıkları Simurg adlı efsanevi kuş ise, Allah’ın zuhur edip aşikâr olmasıdır. Başlangıçta Simurg’a kavuşmak isteyen kuşlardan kimi yola çıkmak istemez, kimisi ise yarı yolda vazgeçer ya da yolun güçlüklerine dayanamayıp ölür. Vahdet-i Vücud’a ulaşanlar ise “halkın Hakk’ın zuhuru, Hakk’ın halkın bütünü olduğunu” idrak edecektir.
Hikayede kuşlar, kendilerine bir kral seçmek isterler. kuşlar krallığına Kaf dağının ardında oturan Simurg'u (Anka kuşu) uygun bulurlar. Hep birden, Simurg’a gidip önünde yere kapanmak için, yola koyulurlar. Kaf dağının ardına ulaşmak kolay bir iş değildir. Yolda, kuşların yarısı ölür. Amaçlarına ulaşmak için daha 7 alan geçmeleri gerekmektedir. Bu yedi alanı geçinceye kadar bir o kadar kuş daha ölür. Sonunda, milyonlarca kuştan ancak 30 kuş kalmıştır. Onlar da bitkinlikten can çekişmektedirler. Kaf dağına varınca, buldukları Simurg kendilerinden başka bir şey değildir. (Simurg, otuz kuş anlamına gelmektedir.)
.

İsterseniz bu öyküye Feridun-i Atarın kaleminden şöyle bir göz atalım:
Günlerden bir gün, dünyadaki bütün kuşlar bir araya gelirler. Toplanan kuşların arasında hüthüt, kumru, dudu, keklik, bülbül, sülün, üveyk, şahin ve diğerleri vardır.
Amaçları, padişahsız hiç bir ülke olmadığı düşüncesiyle, kendilerini yönetmek üzere bir padişah seçmektir.
Hüthüt söze başlar ve Hz. Süleyman’ın postacısı olduğunu belirttikten sonra; kuşların Simurg adında bir padişahları olduğunu söyler. Ama hiç bir kuşun haberlerinin olmadığını, herkesin padişahının daima Simurg olduğunu belirtir. Ancak, binlerce nur ve zulmet perdelerinin arkasında gizli olduğu için bilinmediğini ve onun bize bizden yakın, bizimse uzak olduğumuzu anlatır. Simurg’u arayıp bulmaları için kendilerine kılavuzluk edeceğini ilave edince; kuşların hepsi de hüdhüdün peşine takılıp onu aramak için yollara düşerler. Kuşların hepsi de Simurg’un sözü üzerine yola revan olurlar.
Ama, yol çok uzun ve menzil uzak olduğundan; kuşlar yorulup hastalanırlar. Hepsi de, Simurg’u görmek istemelerine rağmen, hüthütün yanına varınca kendilerince geçerli çeşitli mazeretler söylemeye başlarlar.
Çünkü, kuşların gönüllerinde yatan asıl hedefleri çok daha basit ve dünyevîdir…
Örnek olarak, bülbülün isteği gül;
dudu kuşunun arzuladığı abıhayat;
tavuskuşunun amacı cennet;
kazın mazereti su;
kekliğin aradığı mücevher;
hümânın nefsi kibir ve gurur;
doğanın sevdası mevki ve iktidar;
üveykin ihtirası deniz;
puhu kuşunun aradığı viranelerdeki define;
kuyruksalanın mazereti zaafiyeti dolayısıyla aradığı kuyudaki Yûsuf;
Bütün diğerlerinin de başka başka özür ve bahanelerdir. Bu mazeretleri dinleyen hüthüt, hepsine ayrı ayrı, doğru, inandırıcı ve ikna edici cevaplar verir. Simurg’un olağanüstü özelliklerini ve güzelliklerini anlatır.
Hüthüt söz alır ve şunları söyler. Söyledikleri, ayna ve gönül açısından ilginçtir:
Simurg, apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu?
Simurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu?
Burada gölgesi görünen her şey, önce orada meydana çıkar görünür.
Simurg’u görecek gözün yoksa, gönlün ayna gibi aydın değil demektir.
Kimsede o güzelliği görecek göz yok; güzelliğinden sabrımız, takatimiz kalmadı.
Onun güzelliğiyle aşk oyununa girişmek mümkün değil.
O, yüce lûtfuyla bir ayna icat etti.
O ayna gönüldür; gönüle bak da, onun yüzünü gönülde gör!

Hüthütün bu söylediklerine ikna olan kuşlar, yine onun rehberliğinde Simurg’u aramak için yola koyulurlar. Ama, yol, yine uzun ve zahmetli, menzil uzaktır.Yolda hastalanan veya bitkin düşen kuşlar çeşitli bahaneler, mazeretler ileri sürerler.
Bunların arasında, nefsanî arzular, servet istekleri,
ayrıldığı köşkünü özlemesi,
geride bıraktığı sevgilisinin hasretine dayanamamak,
ölüm korkusu, ümitsizlik, şeriat korkusu, pislik endişesi,
himmet, vefa, küskünlük, kibir, ferahlık arzusu,
kararsızlık, hediye götürmek dileği gibi hususlarla;
bir kuşun sorduğu daha ne kadar yol gidileceği sorusu vardır.
Hüthüt hepsine, bıkıp usanmadan tatminkâr cevaplar verir ve daha önlerinde aşmaları gereken yedi vadi bulunduğunu söyler. Ancak, bu yedi vadiyi aştıktan sonra Simurg’a ulaşabileceklerdir. Hüthütün söylediği yedi vadi şunlardır;
1.Vadi :İstek
2.Vadi:Aşk
3.Vadi:Marifet
4.Vadi:İstinga
5.Vadi:Vahdet
6.Vadi:Hayret
7.Vadi:Yokluk (Fenâ)
Kuşlar gayrete gelip tekrar yola düşerler.Ama, pek çoğu, ya yem isteği ile bir yerlere dalıp kaybolur, ya aç susuz can verir, ya yollarda kaybolur, ya denizlerde boğulur, ya yüce dağların tepesinde can verir, ya güneşten kavrulur, ya vahşi hayvanlara yem olur, ya ağır hastalıklarla geride kalır, ya kendisini bir eğlenceye kaptırıp kafileden ayrılır.
Bu sayılan engellerin hepsi de Hakikât yolundaki zulmet ve nur hicaplarıdır. Bu hicaplardan sadece otuz kuş geçer.
Bütün vadileri aşarak menzil-i maksutlarına yorgun ve bitkin bir halde uzanan bu kuşlar, rastladıkları kişiye kendilerine padişah yapmak için aradıkları Simurg’u sorarlar.
Simurg tarafından bir görevli gelir
Görevli, otuz kuşun ayrı ayrı hepsine birer yazı verip okumalarını ister. Yazılarda, otuz kuşun yolculuk sırasında birer birer başlarına gelenler ve bütün yaptıkları yazılıdır.
Bu sırada, Simurg tecelli eder.
Fakat, otuz kuş, tecelli edenin (!) bizzat kendileri olduğunu; yani, Simurg’un mânâ bakımından otuz kuştan ibaret olduklarını görüp şaşırırlar.
Çünkü, kendilerini Simurg olarak görmüşlerdir.
Kuşlar Simurg, Simurg da kuşlardır.
Bu sırada Simurg dan ses gelir:
“Siz buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz. Daha fazla veya daha az gelseydiniz o kadar görünürdünüz. Çünkü, burası bir aynadır!”
Hasılı, otuz kuş, Simurg’un kendileri olduğunu anlayınca; artık, ortada, ne yolcu kalır, ne yol, ne de kılavuz...
Çünkü, hepsi “BİR”dir.
Aynı, aşıkla, maşukun aşkta;
habible, mahbubun muhabbette;
sacidle, mescudun secdede; bir olması gibi...
Aradan zaman geçer, fenâda kaybolan kuşlar yeniden bekâya dönüp, yokluktan varlığa ererler…


Feridüddin Attar'ın Mantık-üt Tayr(Kuş Dili) eserindeki Duası ise şöyledir;
“Ey Rabbim, beni yaratanım! Dünyaya geldim geleli senin sofrandan, senin ekmeğinden yiyip duruyorum... Bir kimse, birinin ekmeğinden yedi mi, ona hakkı geçer; ekmek sahibi de onun hakkına riayet eder. Ben, cömertlik denizinin sahibi olan senin ekmeğini çok yedim, hakkımı gözet.
Ey Âlemlerin Rabbi! Acizim kanlara boğuldum, karada gemi yüzdürdüm. Feryadımı duy elimden tut… Daha ne kadar sinikler gibi ellerimi başıma götürüp bekleyeyim? Bilemedim, yanıldım, sen bağışla. Şu kan ağlayan yüreğime bak, bütün bu musibetlerden sen kurtar beni.
Ey derdime derman olan Allah'ım! Kâfire küfür gerek, dindara din. Attar'ın gönlüne ise derdinden bir zerre. Şu kulağı halkalı kuluna bir zerre dert ver. Eğer senin derdin olmazsa canım ölür gider.
Varlıktan bir sermayem yok, gölge içinde kaybolmuş bir zerreyim. Karanlıklar içinde kayboldum, bir nur yolla, kimsem yok benim, yardımcım sen ol”